Şimdi yükleniyor

Gençlere Sorduk

Ekran goruntusu 2024 02 22 095538

Gençlere Sorduk

109sayik 8

Ayhan Ali UYGUN
Avukat

Yüksekokulu Ankara’da okuyacağımın belli olmasına müsteniden, babamın ilk aradığı dostlarından biriydi Mustafa Hoca. Aralarında geçen kısa, ivaz ve kabulüme kapalı olan konuşmayı iki taraf da şöyle anlatırdı: “Hocam, Ayhan yüksekokulu Ankara’da okuyacak.” Hocamın cevabı gayet yalındı: “Canım, Ayhan Ankara’ya geliyor, postu Türkiye Günlüğü’ne seriyor.” Esasen öyle de oldu. Ne var ki, Ankara’nın Tunus Caddesi’nde, mütevazı bir yazıhanede rûberû tanışma imkânı bulduğum, nezaketle ve mütebessim bir hâlde elimi sıkan baba dostunun, memleketin en ciddi mütefekkirlerinden biri olduğunu ilk anda kavrayabildiğimi söyleyemem. Mamafih hâlâ hocamın, tefekkürünü ve fikrî hudutlarını kâmil manada anlayabildiğim kanaatinde değilim. Kendisini, son nefesine kadar sosyal ilimlerin talebesi olarak ta’rif eden bir münevverin hudutlarını kestirmek yahut onu, belli bir ideolojinin kalıpları içerisinde zannetmek nasıl mümkün olabilir? Mustafa Hoca’nın yalnızca İttihatçılık ve Milliyetçilik ile pâyan olmayan mefkûresinin; bunlardan çok daha aşkın olduğu, onu tanıyan, okuyan, dinleyen herkesin malûmudur. Hocanın meclisinde kimlere rastlayacağınız belli olmazdı. Meclisinde kimlere rastlanacağı meçhul olduğu gibi sohbetin menzili de bir o kadar meçhuldü. Amiyane tabirle, kestirmeden giden bir sohbetten ziyade açıktan alan bir güzergâh her zaman hocanın tercihi, dinleyenlerin de ondan muradı idi. Eşiğinden içeri adım attığınız yazıhanede, Cemaleddin Efganî ile çıktığınız yola, pekâlâ Weber sosyolojisi ile devam edebilir, Gümüşhane’nin veciz halk hikâyeleri ile istirahat edip, bir anda memleket meseleleri ile menzile varabilirdiniz. Tabi tüm bu güzergâh üzerinde Şehit Enver Paşa’nın aziz hatırasına uğramadan menzile varılamayacağı da izahtan vârestedir. Dini, dili, etnik mensubiyeti, kabiliyeti ne olursa olsun, herkese açık olan bir kapı… Memleketin ücra bir köyünden getirdiği muhabbetle, Anadolu toprağı gibi cömert, bağrını herkese açan bir dostlukla geleni buyur eden, tadına doyulmaz belagati ile bildiğini ve inandığını eğip bükmeden söyleyen bir adam… Ebedî dünyaya irtihal etmiş olduğu şu günlerde muhabbetle bağlı olduğu milletine bıraktığı terekesi, Türk entelijansiyasının lokomotifi vazifesinde bir mecmua ve o mecmuanın sadık emektarı Hacı Vedat Ağabey’dir. Hocanın rahle-i tedrisinden birlikte geçtiğimiz talebelerine bıraktığı terekesi ise sadakatle bağlı olduğu ülkenin namına, hayırhah işler işlemek ve milletin namına bir maslahatın icabına tevessül etmektir. Hiç murat etmediğim bir akıbete yazmış olduğum bu yazı için bana sayfalarını açan kıymetli Yerli Düşünce Dergisi idarecilerine ve kıymetli mesai arkadaşlarına, okurların huzurunda şükranlarımı sunuyorum. Hocamın aziz hatırasına bâki selam, muhabbet ve “hasretle”…

109sayik 9

Baybora Fırat BAYTAŞOĞLU
Ticaret Bakanlığı Muayene Memuru

Camiamızın “Er Kişisi” Dr. Mustafa Çalık, bizim tabirimizle “Hocamız”, Siyasal ve Sosyal Bilimlere ilgi duyan, memleket ve milletin ahval ve istikbaline dair kaygıları olan biz “Y Kuşağı” ile 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Türkiye Cumhuriyeti’nin banisi olan nesilden miras kalan siyasi, bürokratik ve entelektüel havzalarda yetişen kadrolar arasında kendi müktesebat ve tecrübesinin özeti mahiyetinde olan köprüler inşa etmişti. Bizim lisans öğrencisi olduğumuz yılların en mühim evresi, hiç şüphesiz Çalık Hoca’yı tanıdığımız ve Türkiye Günlüğü dergisinin Tunus Caddesi’ndeki 90’lı yılların dekorasyonuna sahip unutulmaz yazıhanesinin müdavimi olduğumuz zamanlara isabet eden yıllardır. Benim şahsi olarak en büyük pişmanlığım, üniversite hayatımın ilk yılından itibaren Türkiye Günlüğü dergisini takip etmeme rağmen Çalık Hoca’yı, derginin yegâne emektarı Vedat Erden Ağabey’i ve derginin âdeta camiamızın dergâhı olan yazıhanesini takriben 3 yıl sonra keşfetmem olmuştur. Dergide cumartesi günleri gençlerle Çalık Hoca’nın belirli bir konu esasında yaptığı sohbetlerin her biri akademik ders mahiyetinde olup idrak ve muhayyilemize paha biçilmez katkılar sunmuştur. Ve “efsane” Cuma toplantıları… Çalık Hoca’nın alamet-i farikası olan, Vedat Abi’nin maharetli ellerinde pişen kuru fasulyenin sofraya konulmasıyla başlayan, Çalık Hoca’nın her cenahtan birçok siyaset ve devlet adamı, akademisyen, yazar, iş adamı ve sanatçıyı bir araya getirerek basmakalıp siyasi münakaşalar ve menfaat ilişkilerinden ırak bir minvalde tertip ettiği, türkülerin, hoyrat ve mayaların terennüm edildiği hazzına doyulmayan toplantılar, birçok farklı cihetten, memleketin nabzının tutulduğu âdeta birer gönül meclisiydi. Dr. Mustafa Çalık Hoca’nın Türk milliyetçiliği fikriyatını “Siyaset Bilimi” disiplininin imkânları ile inceleyerek ortaya koyduğu doktora tezi ve yazdığı makaleler, yıllarca süren disiplinler arası çalışmalarla edindiği müktesebat, onu henüz sağlığındayken Türk milliyetçiliği bahsinde irdelenmesi gereken bir kaynak hâline getirmiştir. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin, Türk milletinin vicdanında hak ettiği yeri almasına yönelik gayretleri, Türk inkılabının Tanzimat ve Meşrutiyet devirlerinin birikimi olduğunu kavrayarak Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’ni birbirinin antitezi olarak konumlandıran İslamcı ve Batıcı ön yargıların tesirinde kalmadan ortaya koyduğu tarih şuuru, Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyılını karşılayan milliyetçi kuşaklar için yeni bir paradigmanın esasını teşkil edecektir.

109sayik 10

Alparslan KARADUMAN
Gazi Üniversitesi – Çalışma
Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri

Ankara’daki talebelik yıllarımda, Türkiye Günlüğü Dergisi’nin Tunus Caddesi 53/3 adresindeki yazıhanesinin kapısını ilk çalışımda, derginin emektarı Hacı Vedat Ağabey güler yüzüyle karşıladı. İçeride muhtelif üniversitelerden, kahir ekseriyeti siyasi ilimler talebesi olan akranlarımla ilk kez dinledim hocayı. “Çocuklar bugün ayın kaçı?” diye sormasını müteakip masasında duran takvime baktıktan sonra, “Bu takvim meselesi çok mühimdir!” diyerek başladığı muhabbetin devamında, “Avrupaileşme, Aydınlanma, Britanya’nın Sınıf Yapısı, Türk Modernleşmesi, Çitleme Hareketi, İmparatorlukların Ulus Devlete Evrimi, Yahya Kemâl’den Vecizler, Enver ve Talât Paşalardan Anekdotlarla” bir düğüm hâline getirdiği yaklaşık 4 saatlik monoloğunu, birkaç dakika içerisinde başladığı yere, “Takvim Meselesi”ne bağlayarak düğümü çözdü. Mustafa Çalık’ın gerek belagatiyle gerekse de meseleleri kavrayış biçimiyle büyük bir münevver olmanın yanı sıra büyük bir mütefekkir olduğunu ilk münasebetimizde böyle idrak etmiştim. İlk münasebetimiz akabinde, birbirini takip eden yıllar içerisinde ilminden istifade etmek nasip oldu. Türkiye Günlüğü’nün, matbuat hayatımızda bir mecmuadan daha fazlası olduğunu söylemek iktiza eder; zira Türkiye Günlüğü; tecessüs sahibi talebeler için bir okul, bir akademi idi. Hocam Mustafa Çalık’ın idare ettiği derginin yazıhanesi, aynı zamanda memleketin önde gelen akademisyenleri, yazarları ve rical-i devlet için bir toplanma, bir durak noktasıydı. Türk entelijansiyasının tekâmülüne hizmet eden bir geleneğin kuvvetle muhtemel son temsilcisiydi. Şu bilinmelidir; Türkiye Günlüğü’nün kapısı hangi dünya görüşüne, ideolojisine mensup olursa olsun bu memlekete muhabbet besleyen herkese açıktı. Hocamızın sofrasından hiç kimse aç kalkmamıştır. O sofraya oturan herkes eminim ki kendisini çok kıymetli hissetmiştir. Zira Mustafa Çalık, talebelerini ve misafirlerini memleketin saygıdeğer birer ferdi olarak takdim ederdi. Mustafa Çalık, şüphesiz ki bu memleketin yetiştirdiği en muteber, en muhterem münevverlerinden biriydi. Aynı zamanda kendine has üslubuyla yakın dönemin en iyi anlatıcılarından biri olduğu, sofrasına oturan herkesin malumudur. O, tarihî bir hatırayı naklederken muhatap olduğu hazirun âdeta hadise henüz cereyan etmişçesine o anı yaşardı. Hele ki Cemiyet-i Mukaddese’den bahsetsin; Enver Paşa ile Tâlat Paşa gözlerimizin önünde tecessüm ederdi… Mustafa Çalık Hoca’mızın ardından yazmak biz talebeleri için her ne kadar bir şerefse de aynı zamanda yüreğimizin bir kenarında duran sızıdır. Bizlere düşen ancak; inandığı ve iman ettiği üzere yaşanmış bir ömrün ardından, Mustafa Çalık Hoca’mızın aziz hatırasını hürmetle yâd etmektir. Tarihimizin yazılmamış romanları olan türkülere muhabbetiyle hatırlayacağız. Devletine ve milletine olan sadakatiyle hatırlayacağız. Bugüne kadar olduğu gibi daima onun hatırası önünde mahcup olmamak üzere gayret edeceğiz. Cennet mekân olsun inşallah.

109sayik 11

Cuma OMURCA
Kaymakam

Gidenin ardından yazmak zormuş, bilemiyor insan. Mustafa Hoca’nın vefat ettiği günün ertesinde bilgisayara veda başlığı atıp kendimce hatıra kalsın diye kısa bir not yazmaya niyetlenmiştim. Başladım da aslında… İçlenmiştim zaten, “Hüma Kuşu”nu açtım, büsbütün gözlerim doldu, yazamadım. Yerli Düşünce Dergisi, “Çalık Hoca ile ilgili duygularınızı kaleme almak ister misiniz?” teklifinde bulununca aklıma ilk gelen, o yarım kalan not ve türkü oldu. Mustafa Çalık denildiğinde, onu tanıyanların aklına; savunduğu fikirlere olan bağlılığı ve heyecanı gelir. Son zamanlarında bile, yaşının ve hastalığının verdiği yorgunluğu dahi gölgede bırakacak bir bağlılığı vardı, şahidiz. Çok sevdiğimizden midir yahut kusursuz belagatinden midir bilinmez; herhangi bir konuda saatlerce konuşur, sıkılmadan dinlerdik. Ben aynı heyecanı, onu son gördüğümde, Çalık köyünde elimizde çubuklarla ahırları ve çayırları gezerken yaptıklarını ve planlarını anlatırken de gördüm. Son bir yıl içerisinde birlikte çekildiğimiz iki fotoğraf var: Biri Türkiye Günlüğü yazıhanesinde, ardımızda Enver Paşa’nın meşhur pozu, Hoca’nın başında kalpak ve boynunda papyonuyla diğeri ise Çalık köyündeki ahırların önünde elinde çubukla… Bu iki fotoğrafın ifade ettiklerini Mustafa Çalık’ın gönlündeki teraziye koysak biri diğerini tartmazdı kanaatimce. Fikirleri, siyasi hayatı ve verdiği mücadeleyi değerlendirecek, şuraya veya buraya koyup üzerinde yorumda bulunacak haddi ben kendimde görmüyorum. Ben müsaadenizle, işin orasını erbaplarına bırakarak; benim gibi öğrencisi olan, onlarcasının da benzer duygularla o günleri hatırlayacakları, Mustafa Çalık Hoca ve Türkiye Günlüğü ile ilgili aklımda ve gönlümde yer etmiş anıların ve hatıraların bir kısmını belli bir sıra takip etmeden, yüzlerinde bir tebessüm olur, o günlere giderler niyetiyle yazıyorum. Cuma günleri Türkiye Günlüğü dergisinde Hacı Vedat Ağabey’imizin ellerinden yenilen kuru fasulye ve salçalı pilavı herkes bilir; ama bir de onun hazırlanırken mutfak kısmında yaşananlar var. Her biri çok kıymetli ağabeylerimle, kardeşlerimle orada tanıştık. Orada dost ve arkadaş olduk. Bir yandan yemeği karıştırıp hazırlıkları yaparken, bir yandan da yaşımızın ve sorumluluğumuzun da üzerinde meselelerle ilgili konuşurduk. Türkiye Günlüğü’nün mutfağında kuru fasulye ve pilav ile birlikte biz de piştik. Yemek hazır olana kadar misafirler gelir, hoca koyu bir sohbetin girizgâhında olurdu. İlk vazife; insicamı bozmadan “Hocam, yemeğimiz hazır.” demekti. Onun için dahi 10-15 dakika beklediğimiz olurdu. Muhabbetin biteceğinden değil, o kadar zaman bir virgül koymasını beklerdik hocanın; zira bilirdik anlattığı mevzunun ehemmiyetini. Çay faslına geçildiğinde; hocanın çoğu zaman heyecanla ayağa kalkıp birkaç keskin ve dikkatli adım attıktan sonra bir şeyi hatırlar gibi yaparak devam ettiği sohbetler, dinleyenlerin gözlerinin önüne gelecektir. Bu sohbete kimi zaman Nurullah Akçayır, arada bir Kubilay Dökmetaş, bazen de her ikisi birden sazları ve türküleriyle eşlik ederlerdi. Mecliste bazen türküler sohbete eşlik eder, bazen de türkü aralarında sohbet edilirdi. Türkülerde Sivas’ın berisine gelmeye hocanın gönlü elvermezdi. Konuklar da ilk defa mecliste bulunmuyorlarsa, bu konuda teklifte dahi bulunmazlardı. Bizler için asıl eğitici olan fasıl, misafirleri uğurlayıp “Canım hele çaylarımızı tazeleyin de gelin bakalım.” dedikten sonra günün değerlendirmesini yaptığı esnada başlardı. Daha 18’ine yeni basmış bir delikanlı iken ilk kez girdim o kapıdan ve birçok hikâye, acı-tatlı bir sürü anı biriktirdim. Eskiden gülerek anlattığımız hikâyelerimize, hocayı uğurladıktan sonra hüzün eşlik eder oldu. Yazıyı okuduklarında eminim bir sürü kişinin aklına kendi hikâyeleri gelecek, satır aralarını kendileri dolduracaklardır. Bizim tek isteğimiz ilminden istifade etmek iken hoca, ilmin yanında edep de öğretti. Kullandığımız kelimelerden tutun hitap şekillerimize kadar birçok hususta bizlere uyarılarda bulundu. Amiyane tabirle bir mecliste nasıl oturup kalkılır çoğunu ondan öğrendik. Sadece bununla da kalmadı; köyden getirdiği etlerin en iyisini bizim kursağımızdan geçirir, “Canım harçlığın var mı?” diye sorduğunda var dediğimiz hâlde zorla cebimize harçlık koyar, memlekete giderken yol paramızı verirdi. Yeri dolmayacak, eksikliğini muhakkak hissedeceğiz. Ardında, onu ömrünün sonuna kadar hayırla yâd edecek, hatırasını saygıyla yaşatacak bir sürü evlat ve kardeş bıraktı. Rahmet olsun, Allah yattığı yerde incitmesin. İyi bilirdik…

109sayik 12

Alp Eren BOZDAĞ
İş Müfettişi

Geçtiğimiz günlerde pek kıymetli hocam Dr. Mustafa Çalık’ı kaybettik. Kuşkusuz bu hem bizim için hem de ülkemiz için çok büyük bir kayıp. Peki, Mustafa Çalık kimdir? Mustafa Çalık Hoca’mı anlatmak için bu satırlar ve benim kelime haznem muhakkak ki yeterli olmayacaktır. Ancak şunu belirtmek isterim ki Mustafa Çalık Hoca ve Türkiye Günlüğü dergisi gerek çıkarılan yazılarla gerek basılan kitaplarla gerek Mustafa Çalık Hoca’mın basına yansıyan demeçleri ve duruşuyla benim ve benim gibi birçok arkadaşım için bir okul; ancak ülkemiz için ise bir ekoldü. Nasıl ki okullarda, üniversitelerde sadece birtakım dersler anlatılmıyor aynı zamanda öğrencilere bazı kavramların eğitimleri de veriliyorsa, aynı o şekilde Türkiye Günlüğü dergisinde hem Mustafa Çalık Hoca’mın eşsiz bilgilerinden faydalanıyorduk hem de hocamın konuşmasından tutun davranış biçimine kadar her hareketi bize eğitim niteliğindeydi. Benim en çok dikkatimi çeken, hocamın gençlere olan üslubu olmuştur. Onun yaşındaki ve tecrübesindeki bir münevver, bizim gibi gençlere o kadar kibar o kadar nezaketli davranıyordu ki hayran kalmamak gerçekten çok zordu. Biriyle ilk tanışacağı zaman ona önce “Hoş geldiniz” der, sonra ismini sorar, kimin vasıtasıyla geldiğini öğrenir, öğrenciyse hangi bölümde okuduğunu, çalışıyorsa da hangi kurumda olduğunu mutlaka öğrenirdi. Kaç kişiyle tanışırsa tanışsın bu bilgileri asla unutmaz ve o gün gelen kim varsa, üst düzey misafirlerine de dâhil, mutlaka yeni tanıştığı kişileri, isimleri ve ünvanları ile takdim ederdi. Bu, bizim gibi gençlere inanılmaz bir özgüven sağlıyordu. Aslında bunu yaparak bizi bir nevi bulunduğumuz iş ortamına hazırlıyordu. Hocamızın siyaset ve tarih bilgisi üst düzeydi. “İttihat ve Terakki” dendiğinde akla gelen ilk isimdi. Konuştuğu zaman herkes kendisini pürdikkat dinlerdi. Entelektüel bir konuşma esnasında bazen telefonu aniden çalar, köyden gelen bu telefonla birdenbire köy şivesine döner, telefon konuşması bittiğinde ise tekrar entelektüel kimliğine bürünürdü. Bu geçişleri de Mustafa Çalık Hoca’mın ne kadar halktan biri olduğunun da göstergesiydi. Gönlü çok genişti. Kapısı din, etnik köken ayırt etmeden gelen herkese açıktı. Çok cömertti. Gelen misafirlerinin karnını doyurmadan yollamazdı. Onu ziyaret edip de meşhur kuru fasulyesini yemeyen yoktur. Yeni gelen misafirlerine mutlaka gitmeden o zamanki derginin sayısını ve neşriyatında basılan bir veya iki kitabı hediye ederdi. Çok uzaklardan kendisine ziyarete gelenlere neredeyse bütün basılan kitaplardan hediye ettiğine birkaç kere şahit oldum. Sohbete bir başladı mı zamanın nasıl geçtiğini anlamazdık. Hastalanmasaydı kim bilir daha ne güzel anılarımız olacaktı. Hepimiz faniyiz ve bir gün bu dünyadan göçüp gideceğiz. Mustafa Çalık Hoca’m erken gidenlerden oldu. Ama konuşmaları, bu memlekete kattıkları hep hatırlanacak. Ruhu şad olsun. Rabbim merhametiyle muamele eylesin.