Şimdi yükleniyor

Türk Kültür ve Fikir Dünyasının Yiğit Yüreği…Ağabeyim Mustafa Çalık

109sayik 13

Türk Kültür ve Fikir Dünyasının Yiğit Yüreği…Ağabeyim Mustafa Çalık

Türk siyasi tarihine adını altın harflerle yazdırmış Şehit Genel Başkanım Muhsin Yazıcıoğlu’nun teklif ve isteğiyle, resmî görevlerimden ayrılarak, kendisinin son üç yılında, divanında “Genel Başkan Yardımcısı” olarak görev yaptım. O dönemi yâd ettiğimde, yaşadığım hatıralar gözümün önüne gelir. Bu dönemde Türk milliyetçiliği davasında uzaktan tanıdığım güzel kimliklerin ve yaşadığım yol arkadaşlıklarının benim için her zaman çok ayrı yeri var.


Yerli ve millî konuları gündem yaparak bizim de yürek sözlerimizi paylaşmamıza vesile olan “Yerli Düşünce Dergisi”, “Mustafa Çalık Özel Sayısı” yapmaya karar verdiklerini ve bir yazıyla hislerimizi, düşüncelerimizi yazıya dökme hususunda bir ricada bulundular. Bu kıymetli ricaya tabii ki yazarım derken, aynı zamanda duygulandım, hüzünlendim biraz da düşündüm; değerli Mustafa Ağabey’i yol arkadaşlığı yaptığımız dönemdeki anılarım ile mi anlatmalıydım, yoksa gelecek nesillere de miras kalacak bu önemli sayı ile O’nu dava adamlığı ile mi yazmalıydım…


Mustafa Çalık, Anadolu’nun bağrından gelip sevdalı olduğu vatanının başkentinde olağanüstü zekâsı ve bilinciyle kendini var eden; fikir çizgisini, yine inandığı keskin çizgilerle inşa eden bir şahsiyetti. O, gerçek bir fikir ve dava adamıydı; sadece sözleriyle değil, eylemiyle de bunu yaşamış, yaşatmış kıymetli bir gönüldü. Bunu aslında kendisine hep dillendirdiğim hâliyle söylemem gerekirse; Mustafa Çalık hem eylem hem de söylem adamıydı. Ankara Sıhhıye’deki Büyük Birlik Partisi eski genel merkezinin son katında genel başkan yardımcıları için ayrılmış bölümde kapı komşusu odalarımız vardı; kendisine has üslubuyla hep gergin, gür ses tonuyla hitap ederdi gelen ziyaretçilere. Dolayısıyla odasına, sohbetine iştirak etmeden de odamdan sohbetine aşina olurdum. Hiç gündelik boş konuşmalar yaptığına şahitlik etmedim. İçi boş kelamların peşine düştüğünü, normal insanlar gibi hayat kaygıları taşıdığını hiç görmedim. O’nun derdi, tasası, hayat kavgası; hep vatanı, milleti, vatanın geçmişinde kalan şanlı tarihi, şanlı kahramanları, öğretilmesi gereken ataları ve vatanın, milletin geleceği ve bekasıydı… Bu uğurda yaşadı, ne adım attıysa bu uğurda adım attı; hayatının baharından son demine kadar bu uğurda adım atacağını anlattı.
Mustafa Çalık, daha hayatının baharındayken, gençlik yıllarının hemen başındayken kendi tabiriyle “Baktım yetiştiğim kültür, ortam, iklim oydu, kültürel kodlarım bunu gerektiriyordu ve ben de tabii ki, iyi ki, hamdolsun ki; yönümü tayin ederek 1972 yılında Türk Ülkücüler Teşkilatı Gümüşhane Şubesi’nde görev alarak yoluma koyuldum.” dedi. Eğitim için taşradan gelip ülkenin başkentinde yükseköğrenim hayatına başladığında da aynı istikamette 1977’de Ülkü Ocakları Genel Merkez yönetimine seçildi. 1978’de Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden (Mülkiye) mezun olup çalışma hayatına başladıysa da daha sonra bürokrasiden ayrıldığını ise şöyle anlatmıştı: “… Mülkiyelilik kimliğimi hep ayrı taşıdım, Mülkiyeli kimlik rozetimi hep yakamda taşıyarak bunu gösterdim, bunu bir nevi de ‘Devletin sahibi biziz’ kimliği de versin diye…” Böylesine sıra dışı bir zekâya, bilinç ve donanıma sahip olan Mustafa Çalık, başta da söylediğim gibi sadece söylemleriyle değil, söylemlerini hayat kimliğine yansıttığı eylemleriyle de aslında nevi şahsına münhasır özellikleri olan bir dava adamıydı. Belki de onun için en uygun alan akademiydi. Belki de bu yüzdendir ki; hep, “bizim akademimiz” dediği dergisini kurdu.


“Hadi gidiyoruz,” dedi bir gün aynı kattaki oda arkadaşlarına. “Nereye,” dedik, “Bizim akademiye,” dedi, çıktık. Zaten öyle dediğinin üstüne kolay kolay aksi bir şey söylenemezdi. Bizi akademisine, “Türkiye Günlüğü”ne götürmüştü. Gözümüzün alacağı hemen her yer kitaptı; raflarda, kütüphanelerden taşmış masalarda, yerlerde, kitaplar, dergiler, yıllanmış gazeteler ile hakikaten bir akademiydi burası. Her bir ayrıntıyı anlattı, yapmak istediklerinden bahsetti, “Çok iş var, hiçbir şey yapmıyoruz, çok çalışmamız lazım.” dedi… Hakikaten de ömrünün tamamında çok çalıştı, çok önemli bir tarih arşivi gibi yaşadı, gelecek nesillere örnek bir kişilik olarak ardında güzel eserler, hoş bir sada bıraktı…
Öyle ki; bürokratik görevler başta olmak üzere birçok alanda yapacağı işler olsa da o, dava adamlarının, fikir adamlığının meşakkatli yolunu tercih etti. Birçok yerde yazılar yazdı, gönlündeki en sevdiği işi yine kendi deyimiyle niyet ettiği hizmeti yapmak için “Türkiye Günlüğü” dergisini kurdu. Türkiye Günlüğü dergisi, üç ayda bir, gündemli olarak yayınlanan akademik, hakemli bir dergiydi. Buraya gönderilen yazılar üç kişilik kurulun incelemesinden geçtikten sonra yayınlanırdı. Türkiye Günlüğü dergisini, “Türk Milliyetçiliği davasında, Türk sağında tıkanan noktaları yine Türk kültür ve hayatında yeni açılımlar yapmak, yenilikler üretmek, ülkenin önünü ve geleceğini daraltan noktalar hakkında tespitler yapmak” misyonu ile özetlerdi.


Çizgisinden hiç taviz vermediği milliyetçi camianın aynı zamanda en entelektüel kimliklerinden oldu ve yine entelektüel çevrelerin ilgisine de mazhar olan kimliği ve akademisi Türkiye Günlüğü ile yaşadığı yılların gündemdeki nabzını tutup, merkezleşti. Türkiye Günlüğü, üniversitelerde araştırma/tez konusu olmuş, hakkında birçok yayın yapılmıştır. Mustafa Çalık ile ilgili yazılacak öyle çok şey var ki lakin Mustafa Çalık kim deseler; bir yanıyla hâl hatır ederken bile kıvrak zekâsı, bilgi donanımı ve tez canlılığı ile nasıl tepki vereceğinden emin olamadığınız, bir çekinceme ile çekindiğiniz bir yapı; diğer yanıyla tarihinizi, atalarınızı, kimlik kodlarınızın yürüyen bir arşiviyle kapı komşuluğunuzun, yol arkadaşlığınızın verdiği bir kıvanç… O’nun doğasında hep bir meydan okuma vardı; aslında merhamet, dürüstlük, fedakârlık taşıyan derin bir gönüldü o. Lakin hayatın zorluklarına, çilesine, onunla yerli yersiz polemiğe girenlere karşı da hep cevvaldi; sadece kendisini değil, davasıyla dava arkadaşlarını da sonuna kadar göğsünü siper ederek savunurdu. Cuma günleri akademisindeki meşhur kuru fasulye-pilav günlerini de unutmamak lazım ki, ata kültürünün, kim olursa olsun kapının ardına kadar açık olduğunun, samimiyetle ikramının en güzel örneklerinden biriydi bu. “Bu kuru fasulye-pilav öyle boş bir yemek değildir ha! Bu sofra ve özellikle kuru fasulye-pilav sofrası bir İttihatçı geleneğidir!” derdi, gözlerinin ta içine bakarak ikrama icabet edenlerin. Sofrasına, kendisiyle aynı düşünceden olsun ya da olmasın herkes, her zaman davetliydi ve zaten entelektüel boyutu olan aynı fikirden olan olmayan herkes ile de güzel dostlukları vardı. Bu sebeple oraya; onlarca politikacı, sanatçı, bürokrasideki yöneticiler, yol arkadaşları ve dostları gelirdi. Yemek sohbetsiz, sohbet fikirsiz olmazdı elbet. Bir konu ortaya atar, neredeyse hepimizi imtihan ederdi; sonunda ise Mustafa Çalık, konunun özünü kendine halis bir üslupla, heyecanla oradaki sofranın konuklarıyla paylaşırdı…
Mustafa Çalık İttihatçılara, özellikle Enver Paşa kültüne hayrandı. Nerede görev yaptıysa başının üstünde hep Enver Paşa’nın çerçeveli resmi yüksekçe bir yere asılmıştır. Onun içtimai mezhebi Türkçülüktü, bununla beraber itikadı tam, inanmış, cevval bir Müslüman’dı.


Kısa bir dönem de olsa Büyük Birlik Partisi’nde yol arkadaşlığı yaptığım, tecrübe, bilgi, birikim ve donanımıyla ağabeyliğini gördüğüm, sonrasında sağlık ve varlığına hep duacı olduğum yiğit yürek ağabeyim Mustafa Çalık’ı iyi ki tanımışım. Mustafa Ağabey’im, “Başkalarıyla kazanmaktansa Muhsin Bey’le kaybetmeyi yeğlerim.” diye geldiği Büyük Birlik Partisi’nde, ben de merhum başkanımın davetine “Ben, siyasi bir ikbal için değil, sizin genel başkanlığınızda yardımcılığını yaptı, Türk dünyası çalışmalarını Muhsin Yazıcıoğlu ile sürdürdü ve bacısıydı densin diye kabul ediyorum başkanım…” demiştim. Şehit Genel Başkanım Muhsin Yazıcıoğlu’na ve Mustafa Çalık Ağabey’ime rahmetler olsun. İnşallah ahiret komşulukları çok sevdikleriyle; vatan erleri, vatan için canından geçenler, serdengeçtiler ile olur…