Şimdi yükleniyor

Doç. Dr. Ergenekon SAVRUN

95480929 2940792035966733 4216115673585156096 n 1

Doç. Dr. Ergenekon SAVRUN

Tarihî Filistin topraklarında, 1948’de İsrail Devleti’nin kurulmasıyla evlerinden sürülen Filistinliler, bugün “dünyanın devleti olmayan en kalabalık halkını” oluşturuyor. Tarih boyunca önemli olaylara sahne olmuş bir bölge olarak bilinen Orta Doğu coğrafyası, son yıllarda bölgeyi etkisi altına alan savaşlar ve yoksulluk sorunlarıyla dünya gündemine oturmuş durumda. Özellikle Filistin ve İsrail arasında yaşanan çatışmalardan dolayı çok sayıda sivil can kaybının yaşanması ve bölgede barış ve güvenliğin bozulması küresel vicdanı derinden sarsarken, biz de bu ay Yerli Düşünce Dergisi olarak Filistin-İsrail Savaşı’nı mercek altına aldık. Ufuk Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ergenekon SAVRUN; İsrail-Filistin meselesinin tarihsel boyutu, Hamas’ın operasyonları, Arap dünyasının savaşa yönelik tepkileri, Batı dünyasının büyük oyunu, İsrail’in Gazze’ye yönelik sivil saldırıları, BM’nin sürece yönelik kararları ve Türkiye’nin tutumu gibi konularda dergimize önemli açıklamalarda bulundu.

İsrail-Filistin sorunu 1948’de İsrail’in devlet olarak kurulmasından sonra başlamış gibi görünse de aslında çok daha öncesinde böyle bir sorunun patlak vereceği belliydi. En azından Siyonizm’i destekleyen dönemin Batılı devletleri ve kişileri tarafından altyapısı hazırlanmıştır.
Bu bilgilere geçmeden önce Yahudilerin antik çağlardan günümüze kadar yaşadıklarına kısaca değinmekte fayda var diye düşünüyorum. Çünkü İsrail Devleti’nin bugünlerde Müslümanlara ve Türkiye’ye karşı takındığı düşmanca tavrın ne kadar gereksiz ve haksız olduğunu vurgulamalıyız.
Şöyle ki yüce dinimiz İslam’a ve kitabımız Kur’an-ı Kerim’e göre değiştirilmemiş hâliyle Tevrat ve Zebur da Müslümanların iman etmeleri gereken kutsal kitaplardır. İsrailoğulları da Yahudilik dinine inanan kavimdir. Antik Mısır’da M.Ö. 1280’lerde II. Ramses döneminde İsariloğulları köleleştirilmiştir. Yüzyıllar sonra yine M.Ö. 6. yüzyılda Babil Sürgünü adı altında yurtlarından sürülen Yahudiler, çevre bölgelere dağılmıştır. Sürgün dönemi, Perslerin Babil’i M.Ö. 538’de almasıyla son bulsa da Roma İmparatorluğu döneminde de Pagan ve daha sonra Katolik Hristiyan olan Romalılar tarafından da büyük katliamlara ve sürgünlere maruz kalmışlardır.
Zaman içinde göç ettikleri Avrupa’da da Orta Çağ engizisyon zulmüne maruz kaldılar. 1290’da İngiltere’den, 1340’ta Bavyera’dan (Almanya), 1492’de İspanya’dan ve 1497’de Portekiz’den kanlı bir biçimde sürüldüler. İkinci Dünya Savaşı zamanında (1939-1945) faşist Nazi Almanya’sı ve İtalya tarafından yaşadıkları da başka bir kanlı katliamdı.
Dikkat edildiği takdirde Yahudilerin başına gelen sürgün ve katliamların hiçbirisinde ne bir Müslüman ülkenin ne de Türk’ün katkısı yoktur. Keza Müslümanlar ve Türkler her daim Yahudilere hoşgörülü davranmış ve elinden geldiği kadar İsrailoğullarına yardım etmişlerdir. M.S. 756’da İber Yarımadası’nda kurulan Endülüs Emevî İslam Devleti, Yahudileri devlet yönetimine dahi aldılar ve 300 yıl boyunca huzur içinde yaşadılar.
Yahudiler, Müslümanlardan dostluk görmüştür. Müslüman kentlerinin çoğunun muhafızlığı da genellikle yerel Yahudi cemaatlerine devredilmiştir. Lucena (Alisana) gibi nüfusunun tamamı Yahudi olan kentler kurulmuştur. 1027’de Granada’da Bilgin, Şair ve Dilbilimci Samuel ibn Nagrela ha-Naguid (Prens) vezir makamına ulaştı ve 30 yıl süre ile bu mevkisini korudu. Diğer taraftan ticari hayatta etkin rol üstlendiler.

Öncelikle Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Bey’in de belirttiği gibi, “Hamas, bir terör örgütü değil; vatanını savunan mücahitlerdir.” On yıllardır dünyanın en büyük açık hava hapishanesi niteliğinde olan Gazze’de yaşayan bu insanların tek amacı, insan şeref ve haysiyetine yaraşır bir biçimde vatanlarında hür şekilde yaşamak istemeleridir. Gözlerden kaçan bir diğer konu ise İsrail 7 Ekim’den bu yana 5000’den fazla çocuğu şehit etmesinin yanında daha önceleri de binlerce masum çocuk, genç ve kadını sebepsiz yere sokak ortasında şehit etmiştir. Hatta İsrail hapishaneleri suçsuz yere yıllardır ceza alan ve işkence gören Müslüman gençlerle doludur. Tek suçları Filistinli ve Müslüman olmaktır. Yine birkaç yıl önce Sayın Cumhurbaşkanımızın da belirttiği gibi Filistin davası çift ya da çok başlı olmaz; aksi takdirde başarıya ulaşamaz. El-Fetih ve Hamas’ın birleşmesi lazımdır. Nasıl ki Türkiye’de Kuvâ-yi Milliye altında tek çatı ve yürek olarak birleşip İstiklal Harbi’mizi kazandıysak; Filistinliler de tek çatı altında birleşmelidir. Yine Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, çok haklı bir cümle daha söyledi geçtiğimiz günlerde: “Aslında sıkıntı, Müslümanların dağınık olması. Birlik olamamalarından başlarına bu işler geliyor; yoksa onların güçlü gibi durduklarından değil.” Gerçekten de öyle değil mi?

Dışişleri Bakanı’mız Sayın Hakan Fidan Bey’in de belirttiği gibi İsrail-Filistin çatışmasının devam etmesi, münferit ve sadece iki devleti ilgilendiren bir konu asla değildir. Bu çatışmanın uzaması, orta vadede bölgeyi ve hatta dünyayı da saran bir ateş çemberine götüren büyük bir olasılık taşımaktadır. Bu işin büyümesini isteyenler de ne yazık ki hastalıklı, teolojik birtakım mitlere inanan dünya liderlerinin de ajandasındadır. Türkiye tıpkı Kıbrıs’ta olduğu gibi Filistin’de de garantör olmak istediğini defaten belirtti ancak Batı dünyası yine görmezden geldi. Durum aslında Ukrayna-Rusya Savaşı’nda da aynı. Barış sağlandığı takdirde bütçesinin çok büyük bir bölümü silah, enerji ve ilaç sanayisine dayanan sözde gelişmiş ülkelerin geliri kesilecek. O hâlde bölgesel ve küresel anlamda savaş ve çatışmaların sürekli olarak devam etmesi onlar için şart gözüküyor. Ne yazık ki durum, Orta Doğu’da tırmanışa geçecek gibi duruyor.