Şimdi yükleniyor

Prof. Dr. Erol GÖKA

15701

Prof. Dr. Erol GÖKA

Vatanseverlik ve milliyetçilik değerlerini sadece kelimelerde değil, aynı zamanda yaşam tarzında da benimsemiş bir aydın olan Mustafa Çalık; ülkesinin geçmişiyle, kültürüyle ve toplumunun birlikte yaşama idealiyle şekillenmiş bir isimdi. Bayrağa ve vatanına olan sevdasını ömrü boyunca hiç azaltmayan, Türk-İslam Ülküsü’ne bağlı duran Mustafa Çalık, gönül dünyasında bayrağı son nefesine kadar gururla dalgalandırdı. Geçtiğimiz ay vefat eden ve Türk kültür ve düşünce dünyasının en sıra dışı isimlerinden biri olan tarihçi, yazar ve siyaset bilimci Dr. Mustafa Çalık’ı konu edindiğimiz bu özel sayımızda Psikiyatri Hekim ve Yazar Prof. Dr. Erol GÖKA ile bir röportaj gerçekleştirdik. Prof. Dr. Göka, Mustafa Çalık’ın milliyetçilik anlayışı, onun tarihe bakışı, Enver Paşa ve İttihat Terakki hakkındaki görüşleri, edebî hayatı ve kendisinin hastalık süreci hakkında dergimize samimi açıklamalarda bulundu.

Ben farklı bir siyasi kökenden, “Sol”dan geliyorum. 12 Eylül’ü takip eden zamanlarda bir inanç dönüşümü yaşadım ve çok şükür ateistlikten Müslümanlığa terfi ettim… İlk gençlik yıllarımdan itibaren ülkücüleri “faşist” olarak niteliyordum; manevi ihtiyaçlarım ve bu alandaki öğrenme açlığım öylesine güçlüydü ki, 1990’lara kadar eski siyasi gerilimlere bir daha dönüp bakmadım. Sadece yeni ekolojik hareket ve çevrecilik akımı dikkatimi çekiyordu. Günlük maişet ve akademik telaşlar, hekimlik uğraşları dışında vaktimin çoğunluğu teolojik öğrenmeler ve dindar çevrelerden yeni dostlar tanımakla geçiyordu.

Zaman Gazetesi’nin (ki o zamanlar bir FETÖ yayını değildi) kuruluş vakitleriydi; oraya sıkça gidip geliyor, çokça yazıyordum. Galiba o hercümerç yıllarından sonra tanıdığım ve samimi olduğum ilk ülkücü Nihat Genç’ti. Türkiye Günlüğü kurulacağı sırada, Mustafa Çalık ve yayın kurulu ile tanıştırmak, mümkünse benim de yayın kuruluna girmem için beni dergiye davet etti. Henüz buna hazır değildim; hep erteledim. Bir süre sonra Sakarya Çay Ocağı’nda dostlarla sohbet ederken Türkiye Günlüğü’nün ilk sayısını gördüm. Çarpıldım… “Faşistler”in nasıl böyle bir dergi çıkardığına şaşırdım kaldım. Yepyeni bir durum vardı ve galiba Batılılaşma tarihimizde böyle bir vakıa ilkti. İkinci sayıyı merakla beklemeye başladım, o yayınlanınca şaşkınlığım daha da arttı. Kalite de sağcı ve solcu diye bilinen insanların aynı dergide yer almaları da devam ediyor, yetmiyor Durmuş Hocaoğlu merhumun “Fizik ve Felsefe” üzerine beni benden alan bir yazısı yer alıyordu. Anladım ki, Türkiye Günlüğü yalnızca vatanseverlik ekseninde tüm eli kalem tutan düşünce erbabını bir araya getirmekle kalmıyor, aynı zamanda ülkücü- milliyetçi kökenli insanlar da ciddi ciddi düşünce ürettiklerini ispat ediyordu.

Bu arada gazeteden tanıdığım ve aramızda bariz ünsiyet gelişmiş olan Nabi Avcı da derginin yayın kurulundaydı. Çekinecek pek bir şey kalmamıştı. Üçüncü sayı, çevrecilik üzerineydi. O sıralar bu konuda söz söyleyecek az sayıda kişiden biri de bendim. Türkiye’de ilk kez bir günlük gazetede çevre sayfası yapıyorduk. Yazı istediler, itiraz edecek ne niyetim ne hâlim vardı. Bize de Adakale Sokak yolları böylece göründü. Nihat Genç ile birlikte dergiye gittik. Mustafa Çalık’ı ilk orada, yıllarca haksız yere “faşist” diye adlandırdığım insanlarla bu kadar yakından karşılaşacağım için tedirginlikle gittiğim dergide gördüm. Sanki ebeveyninin başına bir hâl gelmiş de başka ailelerde büyütülmüş abi ile kardeşin kavuşması gibiydi bizimkisi.

Çalık, benim okuldan tanıdığım ülkücüleri andırıyordu tip olarak. “Amerika görmüş, siyasal okumuş ülkücü” böyle oluyor herhâlde diye düşünüyordunuz. Tek başımıza karşılaşsaydık, Nihat Genç, Nabi Avcı, ha bir de Aydın Lisesi Pansiyonu’ndan bildiğim sınıf arkadaşım Mehmet Özden olmasaydı konuşmakta zorlanabilirdim; ülkücülerle ilgili ön yargılarım beni zorlardı. Ancak bu görüntü engelini geçtikten hemen sonra Anadolu kokan bir samimiyet ve dost canlısı bir eda ile karşılaşıyordunuz ve sıcak bir atmosfer hemen sizi sarıveriyordu.

12 Eylülcülere karşı yüksek ve ortak öfkemiz, artık aynı manevi inanç dairesinde olmamız ve entelektüel kaliteye verdiğimiz önem de bizi kolayca kaynaştıran etmenlerdi. Benim yazı diline alışkın ve sohbete kolay giremeyen tutuk konuşmamla karşılaştırıldığında, onun gürül gürül akan ve yerli yerinde belagate bandırılmış muazzam konuşma tarzını da mutlaka eklemeliyim. Sanıyorum Çalık’ın bu hususiyetleri olmasaydı, Türkiye Günlüğü bu hâliyle yayınlanamaz, biz de bir araya gelmezdik.

Çalık’ı ve onun rehberliğinde eski ülkücü-milliyetçi camiayı tanıdıkça onların eski solculara göre vatanseverlikte daha sağlam durduklarını, bunun da yerli ve millî oluşlarından kaynaklandığını görmem gecikmedi. Manevi dönüşümden sonra yeni bir dönüşüm daha beni bekliyordu. Bağlı olduğum toprakların ve tarihimizin bana ne söylediğine kulak vererek yürüme, bunun için de buradan neşet eden her fikre saygılı bir demokrat olma yolum belli olmuştu. Uzun konuştum. Hep kendimden bahsettim görünüşte. Aslında rahmetli Çalık’la ilgili sualinize cevap veremeye çalıştım sadece.

Gücünü Türklükten ve Türkçe konuşmaktan alan; bu topraklarda doğan tüm fikirlere, yerli ve millî kalabildiği sürece saygılı; başka kültürleri, özellikle bizi üç yüz yıldır alt eden Batı’yı ve Batı düşüncesini tanımaya, hak edenlerden öğrenmeye hatta hayranlık beslemeye hevesli; soydaşına, akrabasına karşı biraz daha fazla olmak üzere tüm insanlığa, insan kardeşlerine ve tabiata karşı sorumlu bir milliyetçilik şeklinde ifade edebiliriz.

Şüphesiz niteleyebiliriz. İddia ediyorum, “yerli ve millî” sözü bu kadar kolay dillere pelesenk olabilmişse, bu şüphesiz Türkiye Günlüğü çevresinin yıllarca ilmek ilmek ördüğü entelektüel çabayla mümkün olmuştur. 1990’larda “Çok-kültürcülük, çok-hukukluluk ve ver-kurtulculuk” diye özetlenebilecek ideolojik çizgi hâkimdi ve açıkça kışkırtılan bir kimlik siyaseti yürürlükteydi. Ülkemizin hiç de hak etmediği bu panoramaya karşı, geçmişinden dersler çıkarmış bir aydın tepkisi kaçınılmazdı.

Ancak bir önceki on yılın yorgunluğu ve ideolojik yılgınlığı da belirgindi. Henüz diri kalmış unsurlar, liberalizmin ve İslamcılığın entelektüel kuşatmasına itiraz ediyorlardı ama sözleri parça bölüktü ve bir kekemenin konuşmasını andırıyordu. İdeolojik bir yeni ütopyacılığa sığınmamak gerektiğinin bilinci içinde, “Türkiye milliyetçiliği”, “yerlilik” gibi henüz iyi tanımlanmamış, belirsiz ama kapsayıcı başlıklar hâlinde toparlanmaya gayret ediliyordu. Türkiye Günlüğü, bu yeni aydın hareketinin ana mecrası olacaktı.

Gülümsettiniz beni, zira rahmetli Çalık ile birbirimize şaka yollu en çok takılmamıza neden olan konu tam da burasıydı. Rahmetlide ülkücülük, Türk olana hep güvenmek, Türk’ten kötü bir şey olmayacağına inanma tarzında hep devam etti. O böyle fikirler dile getirdiğinde ben de hemen “İyi ama abi… “ diye itirazımı ederdim.

Galiba sonunda ben de yavaşça onun çizgisine geldim, çizgisine değil de konumlanışına; zira o tam olarak böyle ifade etmese de onun Türkçülüğü bir varoluşsal konumlanıştı, aksi takdirde ben haklı çıkıyordum; Türk olup da “kötü”yü temsil eden birçok unsur vardı her alanda…

Türkiye Günlüğü’nün baştan itibaren geçirdiği aşamalara, serencamına baktığınızda, derginin sayı temalarının baş belirleyicisi olan Çalık’ın tarihe bakışını apaçık biçimde görürsünüz: Devamlılık ve değişim. Geleneği yenilenerek sürdürme çabası…

Bu sorunun cevabının bana düşmeyeceği kanaatindeyim. Ama evet, ben de söylemeliyim, rahmetli tam bir İttihatçı idi. İttihatçılık onda tarihin ve mücadelenin devam ettiği şuuruydu. Biz kalarak yenilenebilme, asla teslim olmama çabasıydı. Atalarla bağlantımızın koparılmak istendiği yere sahip çıkma reaksiyonuydu. Enver Paşa’yı bu ruhun bütünlüklü bir temsilcisi olarak görür, büyük bir hayranlıkla severdi. Mustafa Kemal Atatürk’e bağlılığı ve sevgisi de bu minval üzereydi.

“Türkiye Günlüğü”… Rahmetlinin adı her zaman Türkiye Günlüğü ile birlikte anılacak, vatanseverliğin, Türk’e ve Türkçeye bağlılığın, demokratlıkla; belagatin felsefi tutarlılık ve kaliteyle; özgürlüğün disiplinle pekâlâ bir arada olabileceğinin mümtaz misali olarak görülecektir.

Bir insan son nefesine kadar hiç değişmeden aynı yaşama ve mücadele bağlılığını gösterebilir mi arkadaş? Çalık, bize bu sorunun cevabının “evet” olabileceğini ispat etti. Millet ve vatan sevgisiyle son ana kadar çalışarak, gür sesle konuşarak ve türkü dinleyerek ömrünü nihayete erdirdi. Allah gani gani rahmet eylesin.