Şimdi yükleniyor

Otuz Dört Yıllık Türkiye Günlüğü’nün Hafızamızda Kalan Birkaç Paragrafı

109sayik 2 e1708350179552

Otuz Dört Yıllık Türkiye Günlüğü’nün Hafızamızda Kalan Birkaç Paragrafı

Nisan 1989’dan itibaren yaklaşık otuz beş yıldır aralıksız yayımlanan Türkiye Günlüğü’nün 156. sayısı (Güz 2023) Cumhuriyet’in 100. yılında Türkiye’de Tarih Yazımı başlığıyla yayımlandı. Derginin sahibi ve genel yayın yönetmeni Mustafa Çalık’ın, “Cumhuriyet’in 100. Yılında Türkiye’de Tarih Yazımı” hususî sayısını sizlere takdim etmekle bahtiyarız. Planladığımız bazı yazılar yetişmemekle birlikte mütekâmil bir sayı olduğu hususunda bizimle hemfikir olacağınız kanaatindeyiz.” şeklindeki ifadesi, dergideki son cümleleriydi. Sayının vaktinde çıkarılması sanırım her sayıda tekrar eden bir bahtiyarlıktı. Özel sayı olmasına rağmen içerik olarak yeterli görünmese de “mütekâmil bir sayı olduğuna ve karilerin bu konuda hemfikir olacağına” inancı hasta hâlinde bile dergisinin yayınlanması konusundaki hassasiyetini gösteriyordu. Bu sayıya planlandığı gibi yazılarını yetiştirememiş olanlar artık başyazısını Çalık’ın yazdığı bir dergide yazamayacaklar. Mustafa Çalık, 6 Aralık 2023’te 67 yaşında vefat etti; Türkiye Günlüğü ise mirasçıları ve kuruluşundan beri ayrılmayan dostları tarafından yaşatılacak gibi görünüyor. Umarız Cedit Neşriyat ve Türkiye Günlüğü’nün yaşatılması bir vefa örneği olmanın ötesinde profesyonel bir yayıncılık faaliyeti olarak devam eder.

Mustafa Çalık’ın vefatı duyulduğunda hakkında birçok haber, başsağlığı mesajı ve birbirinden farklı yayın organlarında onun Türkiye Günlüğü serüveninden bahseden köşe yazıları yayımlandı. Yazıların birçoğu kendisini tanıyan milliyetçi ve muhafazakâr yazarlara aitti. Düşünce olarak bir yakınlığı olmayan ODA TV, “Son İttihatçı Mustafa Çalık Vefat Etti” başlığı altında onu “Türk kültür ve düşünce dünyasının en sıra dışı isimlerinden biri olan, son İttihatçı, tarihçi, yazar, siyaset bilimci” ifadesiyle tanımlayarak, 12 Eylül öncesine de uzanan hayatı hakkında kısa bilgi verdi. Hakkında yazılanlara ve yazarlarına bakıldığında Türkiye Günlüğü’nün web sitesindeki tanıtım ve yayın politikası metninde geçen “Türkiye Günlüğü yeni siyasî çoğulculuğun paradigmasıdır” şeklindeki bir yabancı profesörün söylediği veciz ifadedeki anlamın, dergisiyle özdeşleşen Çalık’ta da vücut bulduğunu görebiliriz. Tanıtım ve yayın politikasını açıklayan yazı da bu ifadenin bir bakıma daha açık ve geniş bir şekilde sunumudur. “Türk aydınının, ülke ve toplum endişesi taşıyan okur-yazar her Türk gencinin esas meselesi, ilk meselesi, birinci meselesi siyasî çekişme ve kavgalar içinde ömür tüketmek değildir!… İlimdir, tefekkürdür, sanattır, edebiyattır… Araştırmadır, incelemedir, öğrenmedir, düşünme ve düşündüklerini tartışmadır… (…)…bu dergide içinden çıktığımız toplumun mukaddeslerine saygısızlık etmeyen ve üzerinde yaşadığımız vatan toprağının tamamiyetine kastı olmayan her türden yazı -belli bir fikir kıymeti taşımak kaydiyle- yer alabilecektir. Her ne ad altında ve her ne gerekçeyle olursa olsun, insan hakları, demokrasi, düşünce ve inanç hürriyeti aleyhtarlığı yapan herhangi bir yazıya da ‘Türkiye Günlüğü’nün sayfalarında yer veremeyeceğimizi ifade edersek ‘yasaklar’ listemiz tamamlanmış olur. Yazılıp çizilen şeylere şu veya bu sebeple karşı çıkan her cenahtan kalem erbabının tenkid ve itirazlarına da belli bir üslûp edebî ve aydın terbiyesine sadık kalması kaydile ilgili sayfalarımızın imkânları çerçevesinde yer vereceğiz.” Tanıtım ve yayın politikasını içeren metinde açıkça belirtilenlerin ne derecede gerçekleştiği dergide yayımlanmış yazılardan takip edilebilir; görünen o ki Çalık, bunu başarabilmiştir.

Şimdi gelelim bizim Türkiye Günlüğü hakkında yazacağımız satırlara. Yazacaklarımız uzun uzadıya bir inceleme ve düşünmeyle elde edilmiş değildir. Ancak, yayın hayatına girdiğinden beri takip ettiğimiz Cedit Neşriyat adı etrafında faaliyet yürüten bir yayıncı ve entelektüel portresi, otuz beş yıllık süreli yayın organı, kitap yayıncılığı ve mahfili hakkında planlı bir düşünme ve incelememiz olmasa da takibimizin bize birkaç satırlık bir birikim sağladığı kanaatindeyim. Adakale ve Konur Sokak’ın ardından Tunus Caddesi ve son olarak da Yüzüncü Yıl’a taşınan Cedit Neşriyat’ın yer değiştirme gerekçelerini açıkça bilmiyorum; ama yayın faaliyetine başlandığında Kızılay ile bağlantılı sokakların siyasal yapıların ve yayın odaklı fikrî ve kültürel faaliyetlerin merkezleri olduğunu biliyorum. Türkiye Günlüğü için ilk adres olarak Adakale’nin seçiminde okuryazarlıkla ilgili kurumsal yapıların birçoğunun zorunlu ikametgâhı olan şehrin bu tek merkezinde buluşmasının anlaşılır bir tarafı bulunmaktadır. Türkiye Günlüğü dergisi de dâhil olmak üzere neşriyat ve fikir hareketinin bütününe Cedit adının verilmesinde bu kelimenin kavram olarak tarihsel köklerinin yerel ve Türk dünyasındaki düşünce hareketleriyle ilgisi olduğu, Türkiye Günlüğü hakkında yapılmış yüksek lisans tezlerine de yansımıştır.

Farklı nedenlerle yaşanmak zorunda kalınan her durağan dönemin ardından yenilik arayışıyla ortaya çıkan düşünsel dinamizm iki yıllık tarihimizde sıkça karşılaşılan bir durumdur. Türkiye Günlüğü de 12 Eylül rejiminin yarattığı düşünsel durağanlığa teslim olmayan bir avuç insanın inanç ve heyecanlarıyla ortaya çıkmıştır. Türkiye Günlüğü’nün çıkışı, kökleri mazide bulunan bir fikrî ve siyasal hareketin örgütlü bağlarının yaşanılan darbenin etkisiyle birçok açıdan çözülme yaşadığı atmosferde olmuştur. Yaşanılan tecrübeler dikkate alınarak yeni bir sesle sivil alanda var olma hareketinin ortaya çıkışında Özal’ın siyasal ve toplumsal alanda oluşturduğu dinamizmin de katkısı olduğu düşünülebilir. Elbette Cedit Neşriyat’ın ortaya çıkışı, eş zamanlı olarak diğer siyasi ve fikrî hareketlerin benzer dergi ve yeni oluşumları dikkate alınarak değerlendirilmesi gereken bir konudur. Türkiye Günlüğü, köklerini Türkiye’de II. Meşrutiyet dönemiyle kurumsallaşmaya başlayan fikir dergiciliği geleneğine bağlamış ve bu gelenekten ayrılan yanını farklı bir kimlik oluşturma çabası olarak vurgulamıştır. Bu kimlik oluşturma çabası, “bürokratik-otoriter zihniyete karşı demokrasi ve hukukun üstünlüğünü vurgulayarak; sağ ve soldaki Batı teslimiyetçiliğine karşı da vatan ve istiklâliyetten yana tavır alarak medenî ve millî ilkeleri her alanda yeniden tanımlama ve üretme çabası” olarak tanımlanmıştır.

Derginin ilk sayısından itibaren yayın ve danışma kurulu, yazarları hakkındaki bilgi, süreç içinde yayın ve danışma kurulundaki değişim ve yayımlanmış yazılar üzerinden yapılacak akademik incelemeler, Türkiye tarihinin otuz beş yıllık zaman diliminde Türkiye Günlüğü, Cedit Hareketi ve bir aydın portresi olarak Mustafa Çalık’ın nasıl bir yer işgal ettiğini objektif bir şekilde ortaya koymanın yollarından biridir. Ancak portresinin yazılması için akademik incelemelerin yeterli olmayacağı aşikârdır. “Bu dergide içinden çıktığımız toplumun mukaddeslerine saygısızlık etmeyen ve üzerinde yaşadığımız vatan toprağının tamamiyetine kastı olmayan her türden yazı -belli bir fikir kıymeti taşımak kaydiyle- yer alabilecektir.” ifadesiyle belirginleşen ilkelere uygun yayın politikasında savunulanlar, siyasal ve toplumsal alanda birçok tehditle karşı karşıya kalmıştır. Fikrî zeminini kendi tarih, gelenek ve dinî köklerine dayandıran bir aydın için ülkesiyle ilgili demokratik, siyasal ve toplumsal anlamdaki medeni çizgi etnik milliyetçilik referanslı şiddet sarmalıyla tehdit edilirken rahat uyumak kolay olmayacaktır. Üstelik dergi, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında Türkiye için büyük fırsatlar doğduğu bir dönemde yayın hayatına başlamıştır. Ancak bu dönemde Türkiye, terörün her türüyle karşı karşıya kalmışken politika dışı aktörlerin suni sorunlardan kaynaklı krizlerinden de bir türlü kurtulamamaktadır. Bu aktörler dindarlığın geleneksel ve sembolik değerlerini dahi bir tehdit olarak algılamış ve bu algının siyasal alan üzerinde hâkimiyetini tesis etmişlerdir. Millî referanslarını İslam kimliğiyle yoğuran Çalık, demokratik siyasal alanın dışından gelen her türlü müdahalenin ülke sorunlarını çözmek bir yana ülkeye verdiği zararın tecrübesini yaşamış ve bu türden müdahalelere karşı bilinçli bir şekilde mücadele etmiştir.

Mustafa Çalık, Türkiye Günlüğü etrafında yayıncılık kapsamını aşan bir mahfil oluşturmuş ve ömrünün sonuna kadar bu mahfili ayakta tutmaya çalışmıştır. Derginin ötesinde daha büyük bir kurumsallık çabası içinde; özel üniversite, gazete çıkarma ve benzeri arayışlarının yanı sıra politikaya ilgisini farklı şekillerde sürdürmüştür. Onun Türkiye Günlüğü’nde belirginleşen yayın politikasını belirleyen ilkeler, esasında ideal birey ve toplum ile bu ideallerin gerçekleştirildiği Türkiye arayışının yansımasıydı. Derginin savunduğu ideallere yakınlık duyan entelektüel bir mahfilin oluşması, ideallerin topluma yansıtılması için yeterli değildi. Yayıncılıkla gösterdiği çabayı politik mensubiyetle siyasal alanda daha aktif bir şekilde gösterebilirdi. Politikada aktif olarak yer almak ülkenin karşılaştığı sorunlara çözüm bulmanın esas mecrasını oluşturmaktadır. Turgut Özal ile kurulan yakın ilişkinin yanı sıra yeni kurulan farklı partiler ve siyasi liderlerle kurduğu diyaloğa rağmen onun politikadaki görünümü iki partiyle öne çıkmıştır. Çalık, memleketinden Milliyetçi Hareket Partisi’nden milletvekili adayı olmuş ve Büyük Birlik Partisi’nde kısa süreli aktif politika yürütmüştür. Genel başkan yardımcılığı yaptığı dönemde Büyük Birlik Partisi’nin gençlik teşkilatı olan Alperen Ocakları başkanlarıyla kurduğu yakınlık ve bu ocağın dergisindeki değişimdeki etkisi fark edilmektedir. Çalık’ın farklı dönemlerde ihtiyaç olduğunu düşünerek kendisinin parti kurma yönünde toplantılar yaptığı, bizzat toplantıya katılmış olanların söylediklerinden duyduklarımızdır. Ancak politik mensubiyeti gösteren aktivitesi, her ne kadar kurumsal anlam dışında kalmış olsa da ülkücü kökeninden onu ayırmamış, birçok arkadaşı ve dostu farklı partilerde rahatlıkla ve üst seviyelerde yer bulsa da benzer fırsatları yakalayabilecek olan Çalık, bunu tercih etmemiştir. Muhtemelen yanında bulunanlar tarafından daha yakın bir şekilde şahit olunan liderlik karakteri, onun bir başka lider otoritesi altına girmesini zorlaştıran engellerden biri olmuştur. Görünür olarak adı geçen partileri tercih etmesi, kanaatimizce idealist kimliği ve romantik zaaflarını saklayamadığının göstergelerindendir. Belki de arzu ettiği şekilde yaşamak için imkân bulamadığı gençliğinde, kayıtlı olduğu bu yapılarda yer alan yeni gençler için yapılabilecek bir şeyler olduğuna inanmasından kaynaklı bir tercihti. Nitekim Büyük Birlik Partisi’ne girdiği dönemdeki Alperen Ocakları’yla yakın teması bu endişeyi taşıdığını göstermektedir. Liderlik karakterine sahip oluşu, lider olarak varoluş alanı bulamadığı yapılardan uzak durma şeklindeki tavrının arkasında aranılacak nedenlerden olmalıdır.

Türkiye Günlüğü’nün danışma kurulunda ikisi tarihçi, ikisi sosyolog, biri edebiyatçı olmak üzere beş akademisyenin adı geçmektedir. Bunlardan ikisi önceki yıllarda vefat etmelerine rağmen hâlâ
danışma kurulunda adları bulunuyor. Yazı kurulunda adı geçenlerden bazıları, derginin yayın hayatına başlamasından beri ayrılmamış görünüyorlar. Danışma kurulunda dikkat çeken isimlerden biri İlber Ortaylı’dır. Türkiye’deki dergilerin yayın kurulu veya danışma kurulunda yer alma konusunda hiçbir akademisyen Ortaylı kadar tercih edilen bir isim olmamıştır tespitinde bulunsak galiba yanılmış olmayacağız. Muhtemelen adının geçtiği birçok süreli yayından Ortaylı’nın haberi bile yoktur. Ortaylı’nın Türkiye Günlüğü mahfilinin müdavimleri üzerinde bir etkisi olup olmadığı konusunda kesin yargıda bulunacak durumda değilim. Ancak bazı tahminlerde bulunabilirim. Hatırladığım kadarıyla bir tek yabancı dil bilme konusunda zorlu mücadeleler veren müdavimler için Ortaylı’nın çok dilli konuşkanlığı, tarihe Türk tarihinin sınırlarını da aşacak derecede bütüncül bakış ve tarihçiliğinde tahkiyenin milliyetçi kabullerin ötesinde düşünsel kapasitesiyle hareket etmesi Türkiye Günlüğü mahfilindekilerin ilk karşılaşmalarında dikkatini çekmiş olmalıdır. Alışılagelmiş tarihçi profilinin dışına çıkan özellikleriyle Ortaylı, Türkiye Günlüğü çevresiyle tanışmasından sonra kendine yeni bir alan açarken sonraki yıllarda bütün Türkiye’nin tanıdığı bir isim hâline gelecektir. Türk milliyetçiliğine hâkim tarih anlayışının inanç alanına dönüşen kabulleri yerine tarihsel olay ve olgularla rasyonel ilişki kurma potansiyeli yüksek görünen Ortaylı ile karşılaşma, tarihe bu yönde bakmaya eğilimli Türkiye Günlüğü çevresindekilerle Ortaylı arasındaki yakın diyaloğun kapılarını açmıştır. Bu diyalog Türkiye Günlüğü mahfilindekiler üzerinde nasıl bir etki yarattı veya bu mahfilin Ortaylı’yı ne şekilde etkilediği bir soru işareti olarak kalmıştır. Son çeyrek yüzyılın tarihçi kimliğiyle kamusal bir figür hâline gelen İlber Ortaylı’nın Mustafa Çalık ve Türkiye Günlüğü mahfiliyle kurduğu yakınlığın birçok şahidi olmasına rağmen Ortaylı’nın bunu herhangi bir yerde dile getirdiği metne henüz rastlamadım. Ortaylı’nın, Türk İdare Tarihi adlı eserinin bir baskısını da Cedit Neşriyat’tan yayımlamış olması bu yakınlığın somut göstergelerindendir. Mahfilin ilk döneminden beri değişmeyen üyeleri arasındaki tarihçiler ve dergide yayımlanmış tarih yazılarının büyük bir çoğunluğu Türkiye Günlüğü’nde tarihî anlatının yanı sıra düşünsel bir etkinlik olduğuna inanan tarihçilerin hâkimiyetini gösterir niteliktedir.

Türkiye Günlüğü’nde bir dönem başta Ortaylı olmak üzere bazı hocalar üniversite benzeri dersler vermişti. Doktora yapmış olmasına rağmen uzun bir süre üniversitede çalışmayan Çalık’ın 1990’lı yıllarda bir üniversite kurma düşüncesi olduğunu duymuştuk. Bu düşünce gerçekleşmese de Türkiye Günlüğü’nün Türk entelektüel hayatına birçok üniversiteden daha fazla katkısı olduğu aşikârdır. Devlet Planlama Teşkilatı gibi önemli bir kurumda kariyer uzmanlığı onun heyecanını yatıştırmaya yetmeyecek, memur entelektüel profilinin dışına çıkarak entelektüel zihni malul eden ortamdan kurtulacaktır. Üniversitenin bu anlamda nispeten daha özgür bir ortam olacağı ihtimalini de sanırım ciddiye almamıştır. Ömrünün son yıllarında memleketindeki bir üniversitede çalışmaya başlaması ise ona sağlayacağı entelektüel ortamdan ziyade maişetiyle ilgili olmalıdır.

Türkiye’de, Osmanlı Devleti’nin 700. kuruluş yıl dönümüyle tarihe duyulan ilgi belirginleşirken, süreli yayın ve kitap yayıncılığı, televizyon ve daha sonra internet, bu ilgiyi, yüzüncü yıl dönümü anmaları, ulusal ve uluslararası alandaki gelişmelere paralel bir şekilde artırmıştır. Güncel sorunların birçoğunun tarihsel olay ve olgulara bağlı ilişkisi tarihin belirli dönemlerini tarihçilerin dışındakiler için de cazip hâle getirmiştir. Farklı alanlardan müdahale ve güncel kullanım için tarihî bilgiye duyulan ihtiyacın niteliği akademik tarihçiliği de olumlu yönde etkilemiştir. Çalık’ın vefatının ardından yazılmış birçok internet yazısında onun siyaset bilimci olmasının yanı sıra tarihçiliğine de vurgu yapılmaktadır. Onun sosyal medya ve televizyon programlarında özellikle Enver Paşa ve İttihat ve Terakki üzerine konuşmaları bu kanaatin oluşmasında etkili olmuştur. Esasında milliyetçi- mukaddesatçı ve muhafazakâr tarih anlayışında İttihat ve Terakki dönemi ve üyelerine uzun yıllar olumsuz bir bakış hâkim olmuştur. İttihat ve Terakki’nin iktidar alanının Sultan Abdülhamit karşıtlığı ve tahtan indirilmesiyle şekillenmesi, iktidara geldikten sonra meydana gelen savaşlarda kaybedilenler, İttihatçıların Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasının müsebbipleri olarak görülmelerine neden olmuştur. Son yıllarda milliyetçi gençler arasında İttihatçılara karşı duyulan sempatinin arttığına şahit olunmaktadır. Çalık’ta bu sempati özellikle Enver Paşa hayranlığına dönüşmüş niteliktedir. Kendi kuşağının gençlik çağlarında olumsuz gözle bakılan İttihatçılara duyduğu hayranlığın nasıl ve ne zaman oluştuğu merak edilmesi gereken bir konudur. Ortaya müstakil bir eser koymamasına rağmen Çalık’ın İttihatçı sempatizanlığı ve milliyetçi gençler üzerindeki etkisi de araştırılmaya değer bir konudur. Yakınında bulunanlar onun İttihatçılara duyduğu sempatinin İttihatçılara benzer özelliklerinin de kaynağı olduğunu düşünmektedirler.

Yayın hayatına başladığından beri takip ettiğim Türkiye Günlüğü’nde yayımlanmış bir tek makalem bulunuyor. Türkçenin ustaca kullanıldığı, ülkenin entelektüel ve akademik hayatında etkisi herkes tarafından kabul görmüş insanların yazılarıyla dolu bu derginin ilk yıllarında henüz yazı hayatına başlamamıştım. Başladığım dönemde ise usta kalemlerin metinleri arasında kaybolmaya cesaret edememiştim. Derginin yayın kurulundaki bazı isimleri farklı ortamlarda tanıdım, bazıları da lisansüstü öğrenimim sürecinde hocam oldu. O yıllarda tanıdığım akademisyenlerden her hâlleriyle farklı görünen ve hayranlık uyandıran insanlardı. İlk yıllarından beri takip etmemin yanı sıra Mustafa Çalık ile ilk tanışıklığım 1990’lı yılların başında olmasına rağmen Türkiye Günlüğü mahfilinin bir üyesi olduğum söylenemez. Ancak bu mahfile, sonradan dâhil olmuş birçok insandan daha fazla yakın olduğum söylenebilir. Bu yakınlıkta derginin mutfağı ve dağıtımında nasıl bir emek harcadığına şahit olduğum Sıddık Çalık’ın katkısı olmuştur. 1990’lı yılların başında daha sonra akademisyen olacak arkadaşlarım Türkiye Günlüğü’ne sıkça gidip geliyordu. Bazen de onlarla beraber gitmişliğim oldu. Vedat Erden ve Fetullah Akın dergide tanıştığım insanlar olarak aklımda kaldı. Türkiye Günlüğü’nde karşılaştığım birçok kişiyle daha önceden farklı mekânlarda tanışmış oluyordum. Burada geçirdiğim en güzel gün, bir gece yarısına kadar orada vakit geçirip Mustafa Çalık ile yalnız sohbet etme imkânı bulmamdı. Bu sohbet aslında benim sorularımla sürdürülen bir sohbetti; amacım uzun yıllar öncesinde tanışmış olmama rağmen onun karizmatik kişiliği ve bu kişiliğin anlam bulduğu Türkiye Günlüğü’ne bir parça daha yakından vâkıf olmaktı. Dikkat çeken giyim tarzı, taşıdığı silahın zaman zaman görünmesi, davudi sesi, belagati, taklitleri, türküleri, iştahı, her yaştan, meslekten insanı etrafında toplayan sıra dışı bir insanın sırrına daha fazla vâkıf olmak mümkün müydü? Elbette aralıklarla yapılan ziyaret kadar mümkün oldu.

Dergi son zamanlarında 1990’lı ve 2000’li yılların başındaki Türkiye Günlüğü değildi; Çalık’ın mahfili, artık bürokratik ve akademik ünvanları entelektüel kimliklerinin önünde duran sayıca daha fazla insandan oluşuyordu. Kuruluş yıllarındaki üyelerin bir kısmı zaman içinde uzaklaşmıştı. Sanırım ilk günlerinden beri hiç değişmeyen kadro, dergiyi ve Cedit Neşriyat’ı yaşatmaya devam edecek. Cedit Neşriyat, kitap yayıncılığına Türkiye’de henüz yayıncılık patlaması yaşanmadan önce girmiş olmasına rağmen yayıncılık konusunda bulunduğu mahfilin dışına taşamadı. Bunun nedenleri konusunda içeriden bakanların muhakkak vereceği cevaplar vardır. Çalık, Türkiye Günlüğü dışında Polemik adlı yayın hayatı kısa süren bir dergi daha çıkarmıştı. Polemik, yayın patlamasının yaşandığı günümüzde daha fazla ihtiyaç duyulan türden bir süreli yayındı. Türkiye Günlüğü’nde yayımlanmış yazıların entelektüel ve siyasal hayatımızda ne derecede etkisinin olduğu daha önce belirtildiği gibi yapılacak akademik çalışmalarla ortaya konulabilir. Ancak esas yazılması ve bilinmesi gereken, kayıtlara geçmeyen Türkiye Günlüğü ve Mustafa Çalık biyografisidir. Gündelik işleyiş ve geliş gidişlerin yanı sıra zaman zaman düzenlenen planlı programlar, cuma günü akşamlarında yemek faslı, ardından gelen çay sohbeti, kimi sürekli kimisi ara sıra gelen, kimi çok konuşan kimi sessizce duran müdavimler… Bunların Çalık ve dergiyle ilişki düzeyi sözlü kaynak olarak hafızalardaki yerini korumaktadır. Ancak Çalık’ın varlığıyla hareket bulan müdavim akışı, onun ölümünden büyük ölçüde etkilenecektir. Onlarca yılın hafızası gençlik yıllarından beri onu tanıyanlarda kayıtlı olmalı. Son sözü Mustafa Çalık’ın sözleriyle bağlayalım. “Bizler elimizden geldiğince, tâbir câiz ise bir tür ‘vatan ve millet ilmihâli’nin ‘girizgâh’ını yazmaya uğraştık. Yapabildiklerimiz inşallah matluba muvafık olmuştur.”