Şimdi yükleniyor

Franz Kafka’nın İki Eseri Üzerine İnceleme ve Değerlendirme

onur yilmaz 100

Franz Kafka’nın İki Eseri Üzerine İnceleme ve Değerlendirme

Franz Kafka (3 Temmuz 1883 – 3 Haziran 1924), Almanca konuşan Bohemyalı roman ve hikâye yazarı. 20. yüzyıl edebiyatının en önemli figürlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Gerçekçilik unsurlarını ve fantastik unsurları birleştiren eserleri, tipik olarak tuhaf veya sürrealist ön yargılarla ve anlaşılmaz sosyal-bürokratik güçlerle karşı karşıya kalan izole kahramanlara sahiptir ve bu; yabancılaşma, varoluşsal kaygı, suçluluk ve bu saçmalık temalarını keşfetme olarak yorumlanmıştır. “Dönüşüm” (“Die Verwandlung”), “Dava” (Der Process) ve “Şato” (Der Schloss) en bilinen eserleridir. “Kafkaesk” terimi, Kafka’nın yazılarındaki bazı durumları tanımlamak için üretilmiştir.
Eserlerin Tahlili: Dava ve Dönüşüm
Korkunun hâkimiyetini gözler önüne sermeye çalışan Dava; bu durum içerisinde ne yapacağını bilmeyen ve sevdiği değerleri korumaya çalışan Gregor Samsa’nın uzun öyküsü Dönüşüm… İki yapıtı karşılaştırmalı olarak ele amak en mantıklısı olacağından, öncelikle belirtmek gerekir ki iki romanda da bütünlük ve tutarlılık bulunmaz. Yani bu ve benzeri Postmodern eserler, absürt edebiyat ürünü de kabul edilebilirler.
Dava’da, mahkeme olarak K’nın çağrıldığı yer, tutuklayıcılar; yatalak, kaçak, alt düzey, üst düzey avukatlar, yönlendirici bir ressam ve daha fazlası bulunur. Yani dava haricinde bu romanda her şey vardır. Roman, absürdü ve Postmodernizmle günümüz insanlığının “saçma”sını, bu bölümde başarılı bir şekilde sentezler. Yapının temel unsurlarına bakalım:

  • Tutuklanma (Normal hayata devam edilebilir.),
  • Mahkeme,
  • K’yı tutuklayan memurlar,
  • Hasta ve yatalak avukat,
  • Ressam Titorelli (yönlendirici),
  • Dayakçı,
  • Fabrikatör,
  • Tüccar Block,
  • Avukatın azli ve K.’nın öldürülmesi.

Görüleceği üzere bu romanda bir dava yoktur. Peki, bu ne anlama gelir ve romanın bu karmaşık yapısını nasıl izah etmek gerekir?
“Absürt tiyatro, 1950’li yıllarda Romen olan Eugene Ionesco’nun Kel Şarkıcı (1954) eseriyle doğmuştur. Birbirlerine tamamen yabancılaşmış bir karı kocayı, Mr. ve Mrs. Martin’i anlatan bu eserin şahıs kadrosunda -adına aykırı bir şekilde- kel bir kişinin yer alması şöyle dursun, bir şarkıcı bile yoktur.” (s.18, Eleştiri Terimleri Sözlüğü, Dergâh Yayınları, 2. Baskı, 2019)

Absürt tiyatro için yapılan bu çıkarımı Dava için de yapamaz mıyız? Görüldüğü üzere Dava’nın olay örgüsünde aslında hiçbir dava yoktur. Gerçi Dönüşüm’e bakıldığında Gregor bir böceğe dönüşür ve bunu müdür, “Hayvan sesi geliyor.” diyerek gerçekliği artırıcı ve doğrulayıcı bir unsur olarak karşımıza çıkar. Bu yönüyle Dönüşüm, Dava’dan farklılaşır. İki roman arasındaki fark ve benzerliklerine zaman zaman değinilecektir. Bilinç merkezinde anlatıcının kullanılması, romanın okuyucuya âdeta hükmetmesini sağlar. Her iki romanın ortak noktası, bu anlatıcı şeklinin seçilmesidir. Yani 3. kişili her şeyi bilen anlatıcının yalnızca bir kişinin çevresiyle -Dava’da K., Dönüşümde Gregor Samsa- sınırlı olmasıdır. Avangart romanlarda eski klasik romanlardan farklı olarak bu anlatıcı seçilir ve vazgeçilmezdir. Bazı noktalarda, iki romanda da “ben” anlatıcının kullanıldığı görülür. Böylece gerçeklik payı, ben anlatıcı sayesinde artırılmış olur. Bundan dolayı okuyucu tam da Dava ve Dönüşüm’ün istediği oyun gerçekliğinin içine çekilir. Okuyucuyla âdeta oyun oynar. Çeşitli anlamsızlık ve saçma durumları, okuyucunun çözmesi gerekir. Böylece iki roman da çoklu anlatıcı yapıya oturtulmuş olur. Yapı-içerik ilişkisine baktığımızda Josef K.’nın ansızın tutuklanmasıyla başlayan anlamsızlık süreci, -Gregor’un böcek olarak uyanmasıyla benzer olarak- olay örgüsünün başlangıcını, daha sonra Bayan Grubach, Ressam Titorelli ve Tüccar Block’la beraber Avukat’ın oluşturduğu bölümler, -sondaki idamla beraber- kırılma noktalarını oluşturur.
Roman, tıpkı Tutunamayanlar ve Dönüşüm romanlarındaki gibi anlamı olmayan başlangıca sahiptir. Aslında herkes, hayatıyla tutukludur. Herkes, dava edilmiştir. Ancak kimse bunun nedenini, yani varoluşunu anlamlandıramaz. Herkesin insan olarak hayatta kendini ve hayatı anlamlandırma çabası, herkesin “Dava”sını oluşturur. K. da, Gregor Samsa da işte tam da bunu yapmaya çalışır. Kelimenin birinci temel anlamıyla bir “dava”, bir “mahkeme” ve bir “yargıç” yoktur. Burada Dönüşüm, Tutunamayanlar gibi -Saatleri Ayarlama Enstitüsü de eklenebilir- absürt ve saçma durumlar -klasik romanın aksine bir yönde- oluşur.
Roman, K.’yı dava denen bu süreci anlamlandırabilmesi için ara ara durakladığı bir yolda ilerletir. Ama bu ilerleme içinde K. âdeta olduğu yerde sayar.

Bayan Grubach

Pansiyon sahibesi. Toplumu temsil eder. Örf ve âdet göstergesidir. K.’ya aslında tutuklanmanın, -memurların da normal hayata devam edilebilir dediği gibi- “basit ama derin” bir olay olduğunu söyler. Derin olan kısmı, hayattaki yerimiz nedir? Hayat rutinleri içerisinde bunu sorgulamamıza izin verir mi? Basit olan kısmı ise tıpkı Grubach, memurlar, mübaşirin karısı, kendisi, bilgi verici gibi kişilerin -Çevirmen Ahmet Cemal’in Dönüşüm’ün ön sözünde tanımladığı gibi- “sürü”yü oluşturan insanların, hiçbir şekilde bir sorgulama yapmayan sistemi ve düzenin kabulünü oluşturur. Aslında “Dayakçı” ve memurların olduğu sahne, insanoğlunun -sürünün- düştüğü acınası durumu ortaya seriyor. İki romandaki toplum tanımı, aşağı yukarı aynıdır. Ve Dava’da sürüden bir kopuş yaşanır:
“Siz savaşmak zorunda olduğum toplumdansınız.” (s. 75, Dava, Can Yayınları, s. 39. Baskı, 2021)

Ressam Titorelli

İnsan, suçsuzluğunu neden bir ressama anlatıp cevaplar arar? Saçma’yı bu yaklaşımda destekler ve tıpkı günümüzde olduğu gibi insan ne yapacağını bilmeden var oluşuna bulabildiği her kaynaktan bir cevap arar. Dava, bu ve ilerleyen bölümlerde absürt yapısını en üst noktalara taşıyor. Roman, ressamı karşımıza, bir adalet dağıtıcısı gibi etkin ve alternatifler sunan kader değiştirici bir güç olarak okuyucunun karşısına çıkarır. Bu alternatifler şunlardır:

  • Gerçek aklanma (imkânsızdır)
  • Görünüşte aklanma
  • Sürüncemede bırakma

Titorelli, bir resim çizmiştir. Resimde yargıç olmayan biri -üst makamlardan izin alarak- kendini yargıçmış gibi gösteren bir tablo resmettirir. Koltukta oturan bir yargıç gibi… Koltuğun arkalığında zafer, adalet ve av tanrıçası gibi duran figürün gözleri bağlıdır. Elindeyse adaletin terazisi vardır. Tablo bize ne kadar saçma ve bir o kadar anlamlı görünse de Titorelli, hepsini bir kenara bırakır ve şöyle der:
“…Ben ne figürü, ne de koltuğu gördüm, hepsi de kurmaca; ama bana böyle resmetmem gerektiği söylendi.” (s. 161, Dava, Can Yayınları, 39. Baskı, 2021)

Burada, üst kurmacanın karmaşık şekliyle de karşılaşırız. “Her şeyi bilen K.’nın çevresiyle sınırlı anlatıcı”, Titorelli’nin ağzından “kurmaca” kelimesini bizlere fısıldıyor. Yani olayların kurmaca olduğunu, gerçekmiş gibi yorumlanmasının hata olduğunu ve üzerinde çok durulmaması gerektiğini fark ederiz. Bu bizim kafamızı karıştırsa da özden uzaklaşmamızı engeller ve yapıttan tat almanızı sağlar. Çünkü sanat, bizi gerçeğin kendisinden sıra dışı, farklı bir bağlama doğru çeker. Asıl konumuza geri dönersek “aklanma” yoktur. Josef K.’nın eli yine boştur. Üst makamlar kaderi ya da insanın yönünü belirleyenlerdir. İnsanın kararları üst makamların belirlediği sınırlar çerçevesinde özgürdür. Bu özgürlük zincire vurulmuşluktur.

Avukat

Romandaki kurgusal yapının sondan -idamdan- önceki unsuru avukattır. Hasta ve yatalak hâlde olan avukat, K.’ya yol göstermeye çalışır. Tüccar Block’u keyfi olarak aşağılar ve onu karikatürize eder. Eğer roman bize bir resim çizseydi, bu hâlâ güncelliğini koruyan acınasılığın, insanoğlunun düştüğü aşağılık durumunun bir resmi olurdu. Ve roman Avukat’a, Tüccar Block ile Josef K.’nın gözlerinin önünde aşağılık muamelesi yaptırdıktan sonra şu sonuca ulaşır:
“Zincire vurulmuşluk, çoğu kez özgür olmaktan daha iyidir.” (s. 206, Dava, Can Yayınları, 39. Baskı, 2021)
Bunu yani zincire vurulmuşluğu insana ideoloji yapar; devletler, kanunnameler ve düzenler yapar ama hepsi, insanın aklından ve elinden çıktıkları için daha kapsamlı bir kavram kullanırsak insan topluluklarının oluşturduğu “hayat” yapar. Bu, ideolojiler ve düzenler meselesini aşan bir durumdur. Hayat böyledir. Hayat, üst makamları ve alt makamları oluşturur. Üst makamdakiler, alttakileri aşağılık gibi görür, öyle yaklaşırlar. Alttakiler bunu sorgular ve düzenden şaşarsa -K. ve Gregor Samsa gibi- hayat, onlara, başta tekrar yola gelebilirler diye iyi davranır; ama düzelmezlerse yok eder. Dava ve Dönüşüm burada da ortak bir nokta oluşturur. Dava’da, K.’nın amcası ve Avukat, onun için mücadele eder. Gregor Samsa içinse kız kardeşi çok emek verir, onun rahatı için elinden geleni yapar. Ama her ikisinde de değişiklik görülmediği için hayat onları reddeder ve öldürür. İnsan ne yapacağını bilemez. Bu bilinmezlik içinde hayatı, onun anlamını ve var oluşunu kavrayamadan yok olup gidecektir. Estetik değere gelince, her iki yapıt, kurmaca ve karmaşık yapısıyla her şeyden önce bizi düşüncelere iten incelikleriyle buraya kadar ifade ettiğim her şeyi başarılı olarak sağlıyor. Dava ve Dönüşüm, insanın hayat ve varoluşla problemleri olduğu sürece kendini okutacaktır. Güncelliğini koruyan ve korumaya devam edecek olan bu iki yapıtın başarısı günümüz insanına estetik ve felsefi derinliğiyle yeni ufuklar açar. Gregor’un annesi ve kardeşi tarafından odasının boşaltıldığı sahnedeki hazin durumu anlatan ve kader kavramıyla ilgili şu sözler oldukça anlamlıdır:
“… Odasını boşaltıyorlardı; sevdiği ne varsa, elinden alıyorlardı.” (s. 61, Dönüşüm, Can Yayınları, 2021)
Ana Fikir: Dava ve Dönüşüm, Postmodern anlayışla iktidar ve güç karşısında ayakta durmaya çalışan, kendi kaderine itilmiş, ötekileştirilmiş ve yalnızlaştırılmış insanın anlamsızlık ve yokluk (hiçlik) içerisinde bulunan kaderinin -ve bunun doğal sonucunun- somut bir betimlemesidir. Bütün bunların yanında, Dava ve Dönüşüm isimli eserlerin, ortaöğretim çağındaki öğrencilerin pedagojik gelişimlerini olumsuz yönde etkileyebileceği ihtimali de gözden uzak tutulmamalıdır.