Şimdi yükleniyor

Millî Kimlik Oluşumunda Dilin İşlevi

ertugrul yaman 101

Millî Kimlik Oluşumunda Dilin İşlevi

İnsanın en üstün özelliği, düşünmesi ve muhakeme edebilmesidir. Dil, bireye düşünme, bilgi edinme, ifade etme, hatırlama, yaşama, geleceğine yön verme, kişiliğini kazanma, hayatını sürdürme gibi açılardan yardımcı olmaktadır. İnsanoğluna bir üstünlük ve ayrıcalık belgesi olarak bağışlanan dil ve konuşma becerisi üzerinde çağın ruhuna uygun olarak yeniden düşünmek gerekmektedir. Nitekim dil ve konuşma denildiğinde, dilin daha çok insanlar arasındaki anlaşma ve iletişim yönü öne çıkmaktadır. Dilin, insanlar arasında iletişimi sağlaması, gerçekte onun çok küçük bir yönünü ifade etmektedir. Dilin asıl işlevi; insanlar arasında doğal, duygusal ve ruhsal bağlar kurmasıdır. Söz konusu bağlar, bireylerin kimlik kazanmalarındaki temel zeminlerdir.

Her birey, bir dil dünyasına doğar. İçine doğulan dil, bireyin gerçek dünyasıdır. Çünkü toplumların geçmiş yaşantıları, dünyaya bakış açıları, kültürleri vb. dil adı verilen altından yapılmış sandıkta korunur, kullanılır ve geleceğe güvenle taşınır. Dil sandığı; benliği, kişiliği ve kimliği bünyesinde barındırır. Bu pencereden bakıldığında bireyin biyolojik gelişimi kadar önemli olan kişilik gelişimi ve kimlik kazanımı, dil sandığının içindeki hazine ile eş değer bir ilerleme gösterir. Her birey, işin özünde dünyaya dil penceresinden bakar. Bu yönüyle dilin, bireye en başta gelen katkılarından birisi de kimlik oluşturma ve kültürlendirme işlevidir. Bu amaçla, dilin klasik tanımlarından çok, dilin birey ve toplum yaşamındaki işlevleri üzerinde yoğunlaşmak gerekmektedir.

Dilden Kimliğe!

İnsan adı verilen bu canlı türünün en üstün özelliği düşünebilmesi ve muhakeme edebilmesidir. Dil-düşünce ilişkisi ise, yüzyıllardan beri araştırılan bir konudur. Kimi dil bilimcilere göre dil, düşüncenin evidir. Diğer bir söyleyişle, düşünce ancak dille oluşur ve yine dil sayesinde dış dünyaya aktarılır. Çok yeni sayılabilecek bir bakış açısına göre ise, adlandırma ve kavramlar olmadan düşünce üretilemez. Öyle anlaşılıyor ki insanı insan yapan bu iki temel özelliği, birbiriyle yakından ilgilidir. Dil, bireye düşünce üretebilme, düşüncelerini dışa vurma, bilgi edinme, geçmişini hatırlama, gününü yaşama, geleceğine yön verme, kişiliğini kazanma, hayatını sürdürme gibi daha pek çok açıdan yardımcı olmaktadır. Bu yönüyle dil, daha çok bireyseldir. Çünkü kişiliğimiz ve kimliğimiz, dilimizle kazanılır ve kişiliğimiz aslında dilimizde gizlidir. Dil, ferdî ve millî kişilik ve kimliğimizi bünyesinde barındırır. Dil, hayatın her aşamasını kapsayan, her an onun içinde yaşadığımız genişçe bir dünyadır. Kısacası dil, aslında hayatın kendisidir.

Toplum ve Millet Ruhu

İnsanoğlu, toplu hâlde yaşamaya mecbur ve muhtaç olan bir canlı türüdür. Hiçbir insan tek başına yaşayamaz. İnsanların bir arada yaşayabilmeleri için aralarında birtakım ortak özelliklerinin bulunması gerekir. İnsanları bir araya getirip aralarında ortak duygusal bağlar kuran vasıtalardan birisi de dildir. Dil, asla mekanik değil, duygusal bir iletişim aracıdır. Dilin asıl işlevi, insanlar arasında doğal, duygusal ve ruhsal bağlar kurmasıdır.

Dil, bireyler arasında tam bir birleştirici öge görevini üstlenir; toplulukları yakınlaştırarak “millet” özelliği kazanmalarını sağlar. Dil sayesinde ortak duygu, düşünce ve ideallere sahip olan bireyler arasında, ortak bir bilinç de oluşur. Bu bilinç, bireysel bilincin çok üstünde millî bir bilinçtir. Millî bilinç ise; bir milleti ayakta tutan, geçmişini hatırlatan, değerlerini bugüne taşıyan, bugününü en güzel şekilde yaşatan ve bütün bunları kapsayacak şekilde geleceğe yön veren düşüncelerin bütünüdür.

Dilin millet hayatındaki rolü düşünüldüğünde konunun önemi daha da iyi anlaşılacaktır. Nitekim aynı dili konuşan insanlar “millet” denilen sosyal kurumun temelini teşkil ederler. Prof. Dr. Mehmet KAPLAN, dilin millet hayatındaki rolünü şöyle ortaya koymaktadır: “Dil, duygu ve düşünceyi insana aktaran bir vasıta olduğu için insan topluluklarını bir yığın veya kitle olmaktan kurtararak ‘duygu ve düşünce birliği’ olan bir cemiyet, yani ‘millet’ hâline getirir.” (Kaplan, 1985). Emperyalistlerin bu oyunu yüzünden Türkçe ve diğer yerel dillerimiz tehdit altındadır. Bu tehdit yalnızca dille sınırlı olmayıp millî bütünlüğümüze zarar verecek derecededir. Bu durumu gözlemlemek için büyük şehirlerin caddelerine, AVM’lere ve sahillerdeki tabelalara bakmak yeterlidir. Yabancılaşmanın bu dereceye gelmesi hiç de doğal bir gelişme değildir!
Dilin birleştirici, ortaklaştırıcı ve kimliklendirici işlevi, onun bireyler arasındaki iletişim işlevinden çok daha öncelikli ve önemlidir. Çünkü -çağımızda her ne kadar bireysellik dayatılıyor olsa da- gerçek güç, ortak duygu ve düşünceleri benimsemiş bir toplum olmakta aranmalıdır. Nitekim dünyada ayrışanlar değil, birleşenler öne çıkmaktadır. Ne var ki kendileri birleşme yönünde üstün gayretler gösteren gelişmiş toplumlar, geri kalmış ve gelişmekte olan toplumları ayrıştırmak için her türlü yolu kullanmaktadırlar. Bu bağlamda “çok dillilik, çok kültürlülük, çağdaşlık, yabancı dil vb.” kavramları, bir tuzak olarak kullanmaktadırlar.

Dil ve Millî Kimlik

Dilin öznel yapısı, kimliğin hazinesidir. Daha açık ifade edecek olursak, bireysel ve millî kimliğin gereksinim duyduğu her türlü duygu ve düşünce dilde mevcuttur. Bu yönüyle millî kimlik oluşumunda en değerli hazinemiz, dilimiz Türkçedir. İletişimin ve dolaşımın arttığı bir çağda çocuklarımızın ve gençlerimizin köklerine bağlı kalmaları, değişen dünya şartlarına uyum sağlayabilmeleri ve hatta diğer milletlerle rekabet edebilmeleri için dilin, yukarıdan beri sayılan özellik ve üstünlüklerinden yararlanmak artık bir zorunluluktur. Kültürümüzü korumak, geliştirmek ve yaygınlaştırmak için en geçerli yol hiç şüphesiz dilimiz Türkçedir. Çağın ruhuna uygun olarak çocuk ve gençlerin beklentilerine karşılık verebilmek için kültürümüzün yenilenmesi, güncellenmesi ve tanıtılması en başta gelen işlerimizden birisi olmak durumundadır.

Dil, Ekonomik Bir Değerdir!

Ülkelerin gelişmişliği veya kalkınmışlığı ölçülürken genellikle somut yer altı ve yer üstü zenginliklerinden hareket edilir. Oysa günümüzde ilerlemekte olan ülkelere bakıldığında, onların somut ögeler kadar somut olmayan kültürel miraslarını da ekonomik bir değer olarak kabul ettikleri görülmektedir. Örneğin İngiltere, İngilizceyi ekonomik bir kaynak olarak değerlendirirken; ABD, kültürel ögelerini dünya ölçeğinde pazarlamaktadır. Bu bağlamda ülkemizin en başta insan kaynakları olmak üzere birçok kültürel mirası mevcuttur. Hem Türkçenin gelişimi ve yaygınlaşması hem de zengin kültürel mirasın dünyaya aktarımı bakımından dil-ekonomi ilişkisi üzerinde daha fazla durulması gerekmektedir.

Bu bağlamda İpek Yolu gibi tarihî potansiyellerimizi de tekrar değerlendirebiliriz. İpek Yolu, aslında bir tür İslam Ortak Pazarı’dır. Bu yol, aynı zamanda ortak kültürel mirasımız olan Arapça, Farsça ve Türkçenin kesişme noktalarıdır. İpek Yolu, özellikle Türkçe açısından tam bir yaygınlaşma ve öğrenme rotası olabilir. Özbekler, İpek Yolu’nun önemine dikkat çekmek için şöyle bir özlü söz söylerler: “Evrende iki büyük yol vardır: Gökyüzünde Samanyolu, yeryüzünde İpek Yolu.”

Zengin bir değerler hazinesine sahip ve yüksek bir medeniyetin varisi olan bizler, milletimizin temel değerlerini çağdaş ve evrensel ölçülerle yeniden ele alarak toplumumuzun ve bütün insanlığın mutluluğu için Lider Türkiye’nin hizmetine sunabiliriz. Türkçe hem İslam âlemine hem de Türk dünyasına uzanan bir gönül bağıdır. Bu bağlamda dilimiz Türkçe hem bir kültürel değer hem de ekonomik bir kaynak olarak karşımızda durmaktadır.

Dünya tarihine uluslararası ilişkiler bağlamında bakıldığında, tarihin önemli bir kısmını emperyalist işgaller oluşturmaktadır. Emperyalist güçler, gayelerine ulaşmak için gözlerine kestirdikleri ülkelere; ekonomi, eğitim, kültür, teknoloji, terör vb. birçok açıdan baskı uyguladıkları görülmektedir. Uygulananlar, ülkesine göre fark etmekle birlikte, bu yöntemler esasen aynı gayeye hizmet eder: Hedef ülkenin kaynaklarını sömürmek ve kendisine bağımlı kılmak…

Küresel güçler, hedeflerine ulaşmak için çok değişik yöntem ve araçlar kullanmaktalar. Bunlar arasında öylesi bir araç vardır ki bir milleti veya devleti uzun vadede kökten etkileyecek türdendir. Bu yöntem, özünde örtülü emperyal bir gaye taşıyan yabancı dille öğretimidir. Bu yöntem, görünüşte ve ilk adımlarda pek masumdur. Emperyal güçler, işin başında hedef ülkeye “uygarlık, çağdaşlık, bilimsellik, teknoloji” gibi cilalı kavramlarla yaklaşarak dillerini öğretmek isterler. Nitekim tarihsel tecrübeler gösteriyor ki emperyal amaçlı devletlerin her şeyden önce kendi dillerinin öğrenilmesini özendirdikleri gözlenmektedir. Sömürgelerin müziğine, mimarisine, giyimine kuşamına dokunmazken özellikle ve öncelikle dillerine el atmaları dikkat çekicidir. Çünkü dilin, her işin anahtarı olduğunu gayet iyi bilmektedirler.
Küresel güçler, bir yandan dillerini öğretmeyi gizli emellerini gerçekleştirmede örtülü bir yol olarak kullanırken, öbür yandan da teknolojik ve uygarlık bakımından ilerleyebilmeleri için kendi dil ve kültürlerinin kayıtsız şartsız kabul edilmesi gerektiği hususunda çok yönlü ve sinsi psikolojik baskılar da uygulamaktadırlar. Ana dilinizi iyi bilip bilmediğinize bakılmaksızın yabancı bir dil bilmek, bir üstünlük olarak takdim edilmekte ve hatta ilgili dillerle öğretim yapmak bilimselliğin, “kültürlü” sayılmanın, bir iş sahibi olmanın tek yolu olarak dayatılmaktadır.

Emperyalistler, sömürgecilik emellerini özellikle ve öncelikle eğitim ortamlarında uygulamaktalar. Ülkemizde de uzunca bir süredir yabancı dil(ler), bir sömürü aracı olarak kullanılmaktadır. Ne yazık ki hâlen ülkemizde ilkokuldan başlayarak her eğitim kademesinde yabancı dil öğrenimi özendirilmekte; özellikle yükseköğretimde yabancı dille öğretim, kalitenin neredeyse tek göstergesi olarak takdim edilmektedir. Oysa yabancı dil veya diller, bilim için amaç değil araçtır. Dil, ilme alettir. Sömürgeci mantığıyla bakıldığında yabancı dil öğrenmek ve onunla öğretim yapmak, amaç konumundadır. Tıp ve teknoloji gibi kimi özel alanları istisna tutarsak, yabancı dil öğrenmek ve onunla öğretim yapmak, ülkemize bilgi üretme noktasında acaba ne kazandırmaktadır? Burada şu noktayı özellikle açmamız gerekir: Kararınca ve gereğince, yabancı dil veya dilleri öğrenmek; doğru, gerekli ve önemlidir. Ne var ki yabancı dil öğrenmek yalnızca İngilizce öğrenmeye hasredilmiş; İngilizce öğrenmiş olmak, bilim ve teknoloji için yeter şart kabul edilmiş; öğrenilen bu dille neler üretildiği göz ardı edilmiştir. Daha açık ifade etmek gerekirse, yabancı dilleri öğrenmekle ne tür yenilikler ve üretimler yapıldığı yalnızca dil biliyor olmanın gölgesinde kalmaktadır. Yani, yabancı bir dil (özellikle İngilizce) bilmek, bilimsellik için yeterli kabul edilmektedir. Uygulamada, yabancı dil(ler), bilimsel araştırmalar yapılması ve bilim adamı yetiştirilmesi konusunda araç olmaktan çıkmış/çıkarılmış, amaç konumuna getirilmiştir. Yabancı dil(ler)in işlevi, amacından saptırılmıştır. Şunu asla unutmayalım ki bilimsellik dille değil, ürettiklerinizle ölçülür!

Küreselleşme!

Teknolojinin baş döndürücü bir hızla ilerlediği çağımızda, iletişim ve etkileşim, dünya çapında kuşatıcı bir öge olarak karşımıza çıkmaktadır. Yerkürede yaşayan hemen herkes, bir biçimde “küreselleşme” adı verilen akıntıya kapılmaktadır. Çağın şartlarına uygun olarak mesafeler kısalıyor, iletişim kolaylaşıyor. Bu durum, aynı zamanda kaçınılmaz bir sürecin de gereğidir. Ne var ki sözde “küreselleşme” adı verilen bu akım, doğal bir döngü ve dönüşümden çok, sömürgeci güçlerin özel egemenlikleri adına, bütün ulusları etkileme süreci şeklinde tezahür etmektedir. Baskın kültürler, bu amaca hizmet etmek üzere, kimi zaman insan hakları, kimi zaman demokrasi, kimi zaman hak, hukuk, eşitlik gibi herkesin hoşuna gidecek kavramları kullanmakta; bunlarla bir sonuç alamadığı takdirde ise, güç kullanarak bütün mazlum milletleri sömürmektedirler. Yaşananlar, gerçekte, küreselleşme değil; ekonomi, basın-yayın ve sermaye veya misyonerlik faaliyetleri ile baskın kültürler adına diğer milletleri kendine benzetmek amacıyla sahnelenen bir tektipleştirme oyunudur. Dolayısıyla bu durum, modern sömürgeciliğin yeni bir görüntüsüdür.
Yabancı dil(ler)le öğretim yapılan eğitim kurumlarında okuyan öğrenciler, işin doğasına uygun olarak ruhen ve zihnen bir süre sonra kendilerine ve değerlerine yabancılaşmaktadırlar. Bu tehlikeyi Nurettin TOPÇU, şöyle özetlemiştir. “Bir milletin bağrında yabancı mektep yıkıcıdır; millet kültürüne sokulmuş hançerdir. Yabancı kültür dilenmekle, zannedilen garplılaşmak da mümkün değildir. Deve hamuru yemekle deve olunmaz, deve olarak doğmak lazımdır. Yabancı kültür, sadece millî kültür ağacının köklerini kurutur, onu soysuzlaştırır. Çocuklarına yabancı dil öğretmek için yabancı mekteplere koşanlar, pire uğruna yorganlarını yakıyorlar. Bu adamlar, bir avuç su içmek için suda boğulanlardır. Mektep ancak millî mekteptir.” (Topçu: 1960)

Değerlendirme ve Sonuç

Dilin bireye asıl katkısı ise, onu dünya üzerinde tek başına yaşayan bir varlık olmaktan kurtarıp kendisiyle birçok açıdan benzeşen insanlarla bir arada yaşatma imkânı sağlamasıdır. Millî zevk, millî hareket tarzı, millî bakış açısı ancak ve ancak dilin bu birleştirici, kaynaştırıcı etkisiyle elde edilebilir. Dilini bilmediğimiz insanlarla herhangi bir yöntemle anlaşmamız mümkündür. Bu anlaşma çoğu zaman mekanik bir iletişimden öteye gidemeyecektir. Çünkü diller, asıl işlevini bireyler arasında duygusal bağlar, duygusal iletişimler kurarak ortaya koymaktadır. Bu bağlamda Türkçe hem ortak paydamız hem de ortak mirasımızdır!

Günümüzde dillerin işlevi, eskisinden daha belirgin bir durumdadır. Diller, yukarıdan beri sıraladığımız gibi şahsi ve millî açılardan her geçen gün daha büyük önem arz etmektedir. Şimdilerde bir insanın hangi millete mensup olduğu noktasında konuşulan eğitim ve iletişim dili belirleyici unsurların başında gelmektedir. Eskiden bir insanın hangi milletten olduğunu anlamak için öncelikle dış görünüşüne, kılık kıyafetine bakılırdı. Hızla küreselleşen ve kaynaşan dünyada artık bu ölçüler yeterli olmamaktadır. Herhangi bir millete mensup olma konusunda, eğitim ve iletişim dili belirleyici olabilmektedir. Güzel ve incelikli dilimiz Türkçeyi en kapsamlı biçimiyle öğrenmek ve öğretmek, hepimiz için millî bir görevdir. Çünkü bu görev aynı zamanda millî kimliğimize de sahip çıkmak, onu korumak ve geliştirmek anlamlarına gelmektedir.

Türkiye’nin birçok ilklere imza attığı günümüzde, bütün bu olumlu ve göz kamaştırıcı gelişmelere zemin olmak üzere, millî kimlik oluşturacak sosyal konuların da ele alınması ve bu hususlarda özellikle gençlere yüksek düzeyde bilinç ve duyarlılık kazandırılması da en önemli adımlardan kabul edilmelidir. Zira teknoloji evrenseldir; oysa millî ruh, millî kültür ve millî bakış, kısacası millî kimlik bizi biz yapan ve milleti bir arada tutan temel çimentolarımızdır. Teknolojiye yapılan yatırımlardan daha fazlası kültüre, eğitime, değerlere, gençliğe, aileye ve topluma ayrılmak zorundadır! Çünkü toplumun temelini sağlamlaştırmadan teknoloji sağlam bir zemine oturtulamaz!

Kaynakça
Aksan, Doğan (2000) Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim, TDK yay. Ankara.
Aksan, Doğan (1979) Her Yönüyle Dil (Ana Çizgileriyle Dilbilim) 1. Cilt, 2. Baskı, TDK Yay. Ankara.
İnan, Abdülkadir (1998) Makaleler ve İncelemeler I-II. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay.
Kaplan, Mehmet (1985) Kültür ve Dil, Dergâh Yay. 3. Baskı, İstanbul.
Kaplan, Mehmet. (1985). Kültür ve Dil, Dergâh Yay. 3. Baskı, İstanbul.
Topçu, Nurettin. (1960). Türkiye’nin Maarif Davası, 25.Baskı, İstanbul, 2016.
Yediyıldız, Bahaeddin (2003) Dil, Kültür ve Çağdaşlaşma. Ankara: Hacettepe Üni. Yay.
Yaman, Ertuğrul, Türkçe Bilinci, Akçağ Yay. Ankara, 2014.