Şimdi yükleniyor

Milletine Kurban Olan İdealist Gençler: Yücelciler

106sayik

Milletine Kurban Olan İdealist Gençler: Yücelciler

Balkan Hezimetinden Sonra Balkanlarda Türk Varlığı

Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki varlığı o coğrafyada yaşayan Türkler için âdeta bir teminat veya sigorta hükmündeydi. Osmanlının siyasi ve askerî gücünden dolayı hiç kimse onlara yan bakamıyordu. Diğer milletler gibi eşit haklar içerisinde dostça ve kardeşçe mutlu mutlu yaşıyorlardı.Nasıl ki milletimizi yasa boğan Balkan Savaşları sonrasında Osmanlı Devleti Balkanlardan çekildi, işte o zaman, Balkanlarda yaşamak Türkler için kâbusa dönüştü.

Osmanlının Balkanlardan çekilmesi; Balkanlardaki birliği, beraberliği ve sükûneti bozdu. Birçok milletin ve milliyetin bir arada yaşamaya mecbur olduğu bu karmaşık coğrafya, kaybedip de daha sonra aradığı huzuru bir daha ne yazık ki bulamadı. Özellikle Makedonya’daki Osmanlı bakiyesi (geride bıraktığı dindar insanlar, kültürel ve sosyal üstünlük) yeni kurulan komünist Yugoslavya’yı ve onun başı olan Tito’yu rahatsız etti. Müslüman Türklere ve diğer Müslüman unsurlara karşı belirgin bir çekememezlik ve hazımsızlık baş gösterdi. Bu da baskı ve asimilasyon politikalarını beraberinde getirdi. Tito ve yandaşları, Balkanların Türk, Arnavut ve Boşnaklardan arındırılması konusunda kararlı bir politika izledi. Yugoslavya açısından bakarsak bu baskı zamanla meyvelerini(!) de verdi.

Yüreklerimize kor düşüren Balkan hezimetiyle birlikte bütün taşlar yerinden oynadı, var olan dengeler değişti. Bu nedenle Türk kökenli birçok aile yerlerini, yurtlarını geride bırakarak Anadolu’ya veya farklı yerlere göç eylediler. Böylece Balkanlardaki Türk nüfusu ve onun neticesi olarak da Türk nüfuzu iyice azaldı, etkisini kaybetti. Bu yüzdendir ki Balkanlarda sahipsiz kalan Türkler, orada kurulan devletler tarafından muhatap bile kabul edilmediler. Âdeta öz yurtlarında parya muamelesi gördüler. Bu nedenle birçok siyasi ve sosyal hakları kendilerine verilmedi. Orada yaşamaya ve tutunmaya çalışan Türkler, her fırsatta ezildiler ve horlandılar. Balkan Türkleri doğup büyüdükleri, yurt belledikleri bu aziz topraklarda azınlık konumuna düşüp maddi ve manevi baskılara
maruz kaldılar.

Türklüğü Hep Ayakta Tutan “Yücel Teşkilatı” veya Yaygın Adıyla “Yücelciler”

“Yücel Teşkilatı” veya diğer yaygın adıyla “Yücelciler”,1941’de Makedonya’daki Türklere yönelik haksızlıklara ve dayatmalara karşı durmak, Makedonya Türklerinin millî ve dinî varlıklarını korumak ve yaşatmak üzere faaliyetler gerçekleştirmek için bir araya gelen aydınların oluşturduğu toplumsal bir harekettir. Yücelciler deyip de geçmemek lazım. Osmanlıdan sonra, tabiri caizse yetim ve öksüz kalan Bakan Türkleri için çok mühim bir teşkilattır Yücelciler. Zira ilk Türk okulu “Tefeyyüz”, Yugoslav radyosundaki ilk Türkçe yayınlar, ilk Türkçe gazete olan Birlik’in yayın hayatına başlaması hep Yücelciler sayesindedir. Onların ısrarcı tutumları olmasaydı bunların hiçbiri gerçekleşemezdi.

Köklerini unutmayan genç Türk aydınları olan Şuayb Aziz, Nazmi Ömer, Şerafeddin Ferid, Fettah Süleyman Pasiç, Muzaffer Ahmet ve Mehmed Dalip tarafından temelleri atılan Yücelcilerin en büyük gayesi Makedonya’da yaşayan Müslüman Türklerin millî ve manevi değerlerini korumak ve yaşatmaktı. Bu şuurlu ve idealist vatansever Türk gençleri, II. Dünya Savaşı döneminde Üsküp’ün Bulgar işgali altında olduğu 1941 yılında böyle ulvi bir arayışa girmişlerdir. Bu teşkilatın üyeleri, mazisini unutmayan, ondan hız ve haz alan duyarlı öğretmenlerden meydana geliyordu. Onlar ki Namık Kemal’i, Mehmet Âkif’in Safahat’ını, Mehmet Emin Yurdakul’un buram buram memleket ve Türklük kokan şiirlerini okuyup aralarında Türklük bilinci ve İslamiyet’e olan bağlılıklarını perçinliyorlardı. Fakat hiçbir zaman şiddete ve silahlı eylemlere bulaşmıyorlardı. Zira dostluk ve barıştan yanaydılar.

Balkanlardaki Türklerin samimi bir çalışma organı olan Yücel Teşkilatı, bir kısım zaruretler sonucu doğmuştu. Teşkilatın kurulmasını sağlayan en önemli gelişmelerden birisi Vardar Makedonya’sının Alman müttefiklerinden Bulgarlara verilmesi olmuştu. II. Dünya Savaşı yıllarında Üsküp üç yıl boyunca Bulgarların yönetimindeydi. Bulgarlardan gelebilecek düşmanca tutumları tahmin edebilen Makedonyalı Türk gençleri, buna karşı bir tepki mekanizması geliştirerek Yücel’i 1941 yılında kurmuşlardı. Toplamda beş yüz kişinin üyesi bulunduğu Yücel Teşkilatı’nın yapılanması şu şekildeydi: Başkan Şuayb Aziz İshak, Veznedar Ali Abdurrahman Ali, Sekreter Şerafettin Ferit Süleyman ve Merkez Komite Üyeleri Refik Şerif Mehmet, Kemal Rasim İlyas, Fettah Salih Süleyman Pasiç, Abdülkerim Ethem İbrahim. Teşkilatın etki alanının en geniş olduğu şehirler ise Üsküp ve Köprülü’ydü.

Balkanlardaki Türklerin çil yavrusu gibi dağılıp paramparça olmalarına Yücelcilerin gönülleri asla razı değildi. Onlar birleştiricilik ve toplayıcılık görevini hiçbir karşılık beklemeden gönüllü olarak üstlenmişlerdi. Türklerin gören gözü, duyan kulağı ve tutan eli olmak istiyorlardı. Yücelci Türkler, işgal yıllarında işgalci Bulgarların Üsküp’teki Türk Konsolosluğu’nu basmalarını engellemek için gönüllü korumalık bile yapmışlardı.

Yücelciler Balkanlarda Etkili Olan Entelektüel Bir Hareketti

Entelektüel bir hareket olan Yücelciler, Balkanlardaki Türklerin izi ve gölgesi mesabesindeydiler. Evvela Türk soyundan olan insanları birlik ve beraberlik şuuruyla bir arada tutmak ve tek ses olmalarını sağlamak istiyorlardı. Bunu sağlamak için kadim değerleri, kültürü, sanatı ve edebiyatı canlı tutmanın ve bu alanlarda eser vermenin gayreti içerisindeydiler. Mesleki anlamda müderris, aktivist, öğretmen, matbaacı, esnaf, hukukçu olmak üzere geniş bir yelpaze oluştursalar da çoğunluğu öğretmendi (muallim). Bu gayeyi ve kültürel birlikteliği gerçekleştirebilmek için öğretmen olmaları doğrusu bir avantajdı. Çünkü dinî, millî ve kültürel değerleri aşıladıkları öğrencileri bu hususta bulunmaz bir nimetti kendileri için. Öte yandan zor şartlar altında kıt kanaat çıkarmaya çalıştıkları gazete ve dergiler onların işini daha da kolaylaştırıyordu. Gelin bu konuda “II. Dünya Savaşı’nda Yugoslavya’da Bir Direniş Mücadelesi: Yücel Teşkilâtı” adlı bir kitabı bulunan araştırmacı-yazar Yıldırım Ağanoğlu’nun, AA muhabirine anlattıklarına kulak verelim:

“Yücelci gençler, Bulgar işgali bittikten sonra Türkçe Birlik gazetesini çıkartıyorlar ilk olarak. Tiyatro oyunlarını Türkçeye çeviriyorlar. Radyolarda yayınlara başlayıp öğretmen kursları düzenliyorlar. Yücelciler, ‘Sosyalist bir devlet kuruluyor topraklarımızda. Halkların kardeşliği ve eşitliği savunuluyor. O zaman biz de yeni idarenin içinde yer alarak Türklerin devlette eşit olarak temsilini sağlayalım.’ maksadındaydılar. Mesela Hâkim Nazmi Ömer, Üsküp Mahkemesi’nde görev yapıyor. Birçoğu öğretmen olan gençler, yeni kurulan okullarda görev yapıyor. Ancak Yücelciler, henüz ortada Yugoslavya Ceza Kanunu yazılmamışken, terörist ve casus teşkilat olarak suçlanıp yargılanıyorlar. Ancak silahlı hiçbir eylemleri yok. Türkiye casusu oldukları iddia ediliyor ama bunlar kurulduğunda ortada Yugoslavya devleti bile yok, Bulgar işgali var. Böyle bir çelişki var. Tito rejimi; Sırp milliyetçisi Mihaylovistleri, Arnavut milliyetçisi Nasyonal Demokatik Şikiptar, Bosna’da Aliya İzzetbegoviç’in kurduğu Genç Müslümanlar gibi yapıları da çökertip yöneticilerine idama varan ağır cezalar vermiştir. Yücel Teşkilatı da bu minvalde değerlendirilebilir.”

Yücelciler deyip duruyoruz da peki Balkanlarda Türklüğün namını yürütmek, birlik ve beraberliği sağlamak için canlarını ortaya koyan bu genç insanlar teşkilatlarına koydukları bu ismi nereden bulmuşlardı? Daha doğrusu özellikle bu ismi neden tercih etmişlerdi? Gelin bu sorunun cevabını da Yücelcileri, haklarında kitap yazacak kadar iyi tanıyan Araştırmacı-Yazar Yıldırım Ağanoğlu’ndan dinleyelim: “Yücel adı, teşkilatın bizzat başkanı olan El-Ezher mezunu Şuayb Aziz tarafından verildi. 16 imparatorluk ve birçok devlet kurmuş Türklerin özgürlük, yükselme ve yücelme aşkı, niteliği bayraklarına dahi işlenmiştir. Kartal, hilal, beş yıldız, ay ile yıldız bu bayraklardaki sembollerdendi. Bu sembollerin mana olarak tek kelime ile karşılığı ‘ulu ve yüksek’tir. ‘Yücel’ ismi yükselmeyi amaç bilen bir aksiyon parolasıdır.”

Baskıcı Yugoslavya Yönetimi, Bu Gençlerin Cesetlerinden Bile Korkmaktaydı

Birçok ülkeyi yerle bir eden kanlı II. Dünya Savaşı’nın bitmesinin hemen ardından 1945 yılında Marksist-Leninist görüşlere sahip olan Hırvat kökenli Josip Broz Tito önderliğinde Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti kurulmuştur. Kuruldukları dönemde Bulgar işgalciler tarafından zararlı görülen Yücelciler, Yugoslavya’nın kuruluşuyla birlikte de Tito ve adamları tarafından Türkiye ajanı olarak görülmüş ve büyük iftiralar neticesinde haksızca suçlanmışlardır. Bu suçlamalar neticesinde de bir oldubittiyle tutuklanmışlardır. Tutuklandıktan sonra da büyük işkencelere maruz kalmışlardır. Bu çerçevede avukat tutmalarına, kendilerini savunmalarına bile müsaade edilmemiştir. Altı günlük göstermelik ve hukuksuz bir yargılamanın ardından ağır hapis ve idam cezalarına mahkûm edilmişlerdir.

Tito’nun başını çektiği komünist rejim, kendi istikballeri için tehdit olarak gördükleri bütün yapıları ve unsurları bertaraf etmiştir. Bu kapsamda 17 Yücelci sudan sebeplerle tutuklanarak üç ay boyunca son derece kötü şartlara sahip olan hapishanelerde eziyet görmüştür. 19 Ocak 1948’de de hükmü çok önceden verilmiş olan sözde mahkemeye çıkarılmışlardır. Başta teşkilatın başkanı, müderris Şuayb Aziz olmak üzere; Adem Ali, Ali Abdurrahman ve Nazmi Ömer isimli kahramanlar idam cezasına çarptırılmışlardır. 64 kişiye ise ağır cezalar verilmiştir. Bu adil olmayan cezaları veren sözde mahkeme heyeti içerisinde “Remzi Şakir” isimli rejim iş birlikçisi bir Türk hâkimin de bulunması düşündürücü olduğu kadar acıdır da. Oysa Yücelciler, iş birlikçi o Türk hâkimin de haklarını savunmaktaydılar.

Düzmece bir mahkemeden sonra bu dört kişi (varlıklarını Türk varlığına armağan eden cesur kahramanlar) cezaevinden çıkarılarak Üsküp yakınlarında bir köyde bir kayanın önünde kurşuna dizilmiş, idam cezaları böyle alçakça infaz edilmiştir. Görünen o ki Yücelcilerin infaz şekli bile bazı çevrelere aşağılayıcı göndermelerle (anlamlarla) doludur. Zira aşağılayıcı anlamlar içeren kurşuna dizme eylemi, vatan hainlerine uygulanan bir suçun infazıdır. Oysa onlar vatan haini değildi, vatanlarına halel getirecek hiçbir eylemde bulunmamışlardı.

Türklük ve İslam için şehit edilen bu kahramanların nereye gömüldüğü bugün bile belli değildir. Zira baskıcı Yugoslavya yönetimi bu idealist gençlerin cesetlerinden bile korkmaktaydı. Şayet bu halk kahramanlarının mezar yeri belli olsaydı, mezarları her gün dolup taşardı. Taraftarları (sevenleri) onların mezarlarını ziyaretgâh edinirlerdi. Bu durum baskıcı rejimin geleceğini tehdit ederdi. Mezarları gizlenerek bu cesur ve idealist insanların öldükten sonra rejimin başına dert olmalarının ve kahramanlaştırılmalarının önü kesilmiştir. Fakat halkın onlara olan derin sevgi ve muhabbetlerine zorbalıkla engel olamamışlardır.

İdam Cezası Verilen Bu Gençlere Ailelerine Vasiyet İzni Bile Verilmemiştir

Merhametten ve insanlıktan bir nebze olsun nasipleri olmayan komünist rejim zorbaları, haksız yere idam cezası verilen bu idealist gençlere, ailelerine mektup yazma ve vasiyette bulunma izni bile ne yazık ki vermemiştir. Sadece idamdan önce son kez çok kısa bir süreliğine görüşme izni verilmiştir. Teşkilat Başkanı Şuayb Aziz, ailesinin getirdiği çikolata kâğıdına, eşine hitaben ancak şu hüzünlü mektubu yazabilmiştir: “Hayat arkadaşım Nigar, evlatlarım Ülker, Turan, Ertan ve küçük yavrucuğum (Arslan) artık sizden ayrılıyorum. Size doyamadım. Kader böyle yazmış yazımı. Nigar, evlatlarıma güvensin. Bunları iki gözü gibi baksın. Beni de hatırından çıkarma. Hakkını helal et. Annen de hakkını helal etsin. Ağabeyin de hakkını helal etsin. Ellerinden öperim. Çocuklarımı her vakit benim için öpesin ve koklayasın. Onları okutmaya çalış. O evde yaşatma. Başka bir binada yaşatmaya çalış. Bugünden sonra o yavrularımın babaları yok. Yalnız bir anaları vardır. Hem kimsesiz bir anaları vardır. Ona güvensinler. Helal ediniz, helal ediniz. Milletimin kurbanıyım.”

İdama mahkûm edilen ve infazı alçakça gerçekleştirilen bu yiğit gençlerden biri olan Hâkim Nazmi Ömer, Belgrad Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olan ilk Türk’tü. Nazmi Ömer, henüz dokuz aylık evliyken tutuklanmıştı rejim muhafızları tarafından. Çocuğu, o hapisteyken dünyaya gelmişti. Evladını doya doya koklayamamıştı. Yücelcilerle ilgili kapsamlı ve güzel bir kitap kaleme alan Araştırmacı-Yazar Ağanoğlu, bu durumu şöyle dile getiriyor: “Eşi, annesi babası, 6 kardeşi ve 3 aylık kızıyla beraber hapishaneye gidiyor. İdam edilen Nazmi Ömer’in eşi Hacer Yücel, son görüşmelerini, ‘O, bir taraftaydı tellerin diğer tarafında duruyordu. İçeri alındıktan sonra sadece o an gördüm. Hepimiz ağlıyoruz. Kızımın yüzünü, gözünü göremiyordu. Elimde bir mendil vardı, onu verdim. ‘- Ağlamayın, ne ağlıyorsunuz öyle? Ben gidiyorum ama sizi arkamdaki (Türkiye’yi kastederek) milyonlarca kız kardeş ve kardeşe emanet ediyorum. Yaşasın Türkiye.’ dedi. Derken hemen kolundan tutup götürdüler. Bir daha da onu göremedim. Mezarını da göremedim.’ şeklinde anlattı.”

Yücelcileri ne Biz Türkiye(liler) ne de Balkan Türkleri Yeterince Tanıyor(uz)

Bir zamanlar Balkanların asli unsuru olan Türkler, bundan sonraki yıllarda ne yazık ki hep ecnebi (yabancı) muamelesi görürler. Din ve vicdan hürriyeti alabildiğine kısıtlanır. Onlarca cami, tekke, mezarlık, hamam ve çeşme yıkılır. Baskınlar ve tutuklamalar birbirini izler. Türklerin alın terleriyle kazanıp biriktirdikleri mallarına el konulur. Ağır baskılara maruz kalan ve mallarına el konulan yüz binlerce insan, asırlarca yaşadıkları, vatan belledikleri toprakları bir daha geri dönmemek üzere terk etmek mecburiyetinde kalır. İnsanlar evlerinden, yurtlarından hatıralarını geride bırakarak, göç ederek mülteci durumuna düşer. İdamlar, yıldırma ve göçe zorlama politikaları neticesinde 1953 yılında Türkiye ile imzalanan “Serbest Göç Anlaşması”yla 1967 yılına kadar 200 bin Makedonya Türk’ü Anadolu topraklarına göç etmek zorunda kalır. Aslında bu, tam da Yugoslavya’nın yapmak istediği şeydir. Keşke Balkan Türklerini o kadim coğrafyada tutmanın gayreti içerisinde olsaydık. Zira göçmek kolay olandır, zor olan o kadim Türk yurtlarında kalıp oraları yaban ellere bırakmamaktır. Bizler her zaman olduğu gibi o zaman da zor olanı değil kolayı tercih ettik.

Balkanlardaki Türkler, gölgesi ve himayesi altında yaşadıkları Osmanlı Devleti zamanındaki eski günleri özlese de o güzel günler bir daha geri gelmez. Böylece Osmanlının büyüklüğünü ve kıymetini daha iyi anlarlar. Makedonya’da Türklere yönelik baskılar her geçen gün artarak devam edince zamanın Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’den yardım istenir. Fakat İsmet Paşa, komünist Tito’nun hışmından çekinir ve şunları söyler: “Misak-ı Millî Hudutları dışında Türk ve Müslüman unsuru diye bir şey kabul etmiyorum. Zaman çok vahimdir. Türkiye, dışarı ile uğraşmamalıdır. Türkiye’nin başını ağrıtmayın.”

Balkan Türkleri ve dünya Türklüğü için birer rol model olan Yücelcileri ne biz Türkiye(liler) ne de Balkan Türkleri yeterince tanıyor(uz). Onların ölümle (şehadetle) neticelenen acıklı hikâyelerinden gençlerimizin haberi bile yok. Oysa başka milletler olsa, vatan ve Türk ülküsü için canlarını seve seve feda eden, büyük bir cesaretle ölümün kollarına atılan bu kahramanlar için sayısız destanlar yazarlardı. Romanlarında, hikâyelerinde, sinemalarında, tiyatrolarında ve çizgi filmlerinde onları konu edinirlerdi. Onların heykellerini şehir meydanlarına dikerlerdi. Adlarını cadde ve sokaklarda ebedîleştirirlerdi. Gel gör ki biz Türkler (Türk dünyası olarak), bu şuurdan maalesef çok uzağız. Bizler, o kahramanlar yerine dünyaca ünlü pop ve top starlarını gençlerimize örnek (rol model) olarak gösteriyoruz.

Başta teşkilatın başkanı müderris Şuayb Aziz, Adem Ali, Ali Abdurrahman ve Nazmi Ömer olmak üzere; Balkan Türklüğünün uyanışı ve kadim Türk yurtları için canlarını feda eden merhum Yücelcileri rahmet ve minnetle anıyorum. Ruhları şâd, mekânları cennet olsun.