Şimdi yükleniyor

Bireysel ve Toplumsal Huzur İçin Uzlaşma mı? Çatışma mı?

111sayiK

Bireysel ve Toplumsal Huzur İçin Uzlaşma mı? Çatışma mı?

Uzlaşma Kavramı

Her insan biyolojik ve psikolojik varlığı ile bir bütündür. Biyolojik ihtiyaçlarımız ne kadar gerçekse, psikolojik ihtiyaçlarımız da o kadar gerçektir. Psikolojik ihtiyaçların karşılanması; insanın iç dünyasında huzuru bulması ve kendisini yalnız hissetmemesi bakımından çok kıymetlidir. İnsanlar arasındaki güven duygusunun gelişmesi karşılıklı sadakat duygusuna bağlıdır. Güven ortamının oluşması ise, karşılıklı güvenilirlik ve sadakat ile mümkündür. Güven ve huzuru sağlayan etkenlerin başında ise, uzlaşma kültürü gelmektedir.

İnsan, sürekli olarak çevresindeki varlıklarla iletişim ve etkileşim içerisindedir. Bu iletişim ve etkileşim, kimi zaman olumlu sonuçlar doğururken kimi zaman da istenmeyen sonuçlar ortaya çıkarır. İşte bu istenmeyen sonuçların yaşanmaması, uzlaşma kültürünün varlığına bağlıdır. Bireysel huzur, aile hayatında mutluluk, okul ve çalışma hayatındaki başarı ve kültürel ortaklaşmalar ancak uzlaşma kültürüyle sağlanabilir.

İnsanlar yaratılışı gereği ve yetişme ortamlarına bağlı olarak farklılık gösterirler. Doğal olarak herkes farklı düşünebilir. Farklı düşüncelerin, farklı kültürlerin ve tercihlerin varlığını kabul etmek, uzlaşmanın ta kendisidir. Uzlaşmak, illaki aynı düşüncelere sahip olmak veya aynı düşüncelerle hareket etmek veya tam olarak anlaşmak değildir. Önemli olan, farklı olunabileceğini kabullenmektir.

Uzlaşma; dünyaya bakış açısı, karakter biçimi ve yaşama tarzıdır. Olayları akışına bırakmak, insanları olduğu gibi kabul etmek, her görüş ve düşünceye açık olabilmektir. Dünyada bizim gibi düşünmeyen ve bizden farklı tercihleri olan insanların varlığını kabullenmektir. Uzlaşma, yerine göre tahammül göstermek; didişmeden, çatışmadan yaşayabilmektir. Kısacası uzlaşma; daha çocukluktan itibaren kazanılması gereken duygu ve düşünce safiyeti ve ruhsal dengedir.

Uzlaşma kültürü olmadan bir arada yaşamak, ortak işler yapmak ve huzur bulmak son derece zordur. Hoşgörü, sevgi, saygı, tutarlılık vb. bütün duygu ve değerlerin bizi ulaştırdığı esas ve son nokta uzlaşma kültürünü kazanmak olmalıdır. Bu kazanım; bireysel planda aile ortamında başlar, ömür boyu farklı ortamlarda bir kişilik ve karakter yansıması olarak devam eder. Bu bakımdan, uzlaşma eğilim ve davranışı hem bireysel bir alışkanlık hem de toplumsal bazda bir kültürdür.

Ailede Uzlaşma Kültürü

Eğitim yoluyla uzlaşma kültürünü oluşturabilmek için ailenin temel eğitim kurumu kabul edilmesi, huzur ve mutluluğun aile temelli öngörülmesi gerekmektedir. Devamında okullarla aile arasında sağlam köprüler kurulması, uzlaşma kültürünün yerleşmesi için en önemli adımlardandır. Aynı şekilde toplumu ciddi anlamda etkileyen ve yönlendiren kitle iletişim araçlarının da bu amaca hizmet eden yayınlar yapması gerekir. Çocuklarımızın zihinlerine bunca bilgi depolamak yerine, onlara daha fazla oranda “kişilik ve karakter eğitimi, ortak duygu, ortak bilinç, ortak yaşama bilinci, uzlaşma kültürü” kazandırmak da önemli adımlardandır. Ailede kazanılan iletişim ve davranış kalıpları, topluma yansıyacaktır. O bakımdan aileler, çocuklarını, ruhsal açıdan ölçülü ve dengeli, ılımlı ve olumlu, ortak yaşamaya uygun bir mizaçta ve uzlaşamacı bir karakterde yetiştirmeleri her açıdan yararlı sonuçlar verecektir.

Toplumda Uzlaşma Kültürü

Toplum, birçok insan, aile ve kültürün kesişme noktasıdır. Bireylerin yolları, toplumsal hayatta, ister istemez başkalarının gönül yollarıyla kesişir. Hayat, biraz da bu tür kesişme ve karşılaşmalarla anlam kazanır. O bakımdan toplumda ortak değerler esasında, bir arada uyumlu bir şekilde yaşamanın yolları aranmalıdır. Bir arada yaşarken çatışmak da uzlaşmak da mümkündür. İnsan olarak bizler uzlaşmaya giden yolları tercih edersek hem kendi hayatımızı güzelleştirir, hayatımıza anlam katarız hem başkalarına sağlık ve huzur ikram ederiz hem de toplumsal huzur ve refaha katkı sunmuş oluruz.

Uzlaşmaya giden yol, iletişimden geçer. Bu bakımdan, insanlarla diyalog kuran bir birey dikkatli davranır, onlara önem verir, onları ciddiye alır ve dinleyip anlamaya çalışır. İletişimin asıl amacı, her zaman anlaşma ve uzlaşmayı sağlamak da değildir. Önemli olan karşımızdaki insanları anlamaya çalışmak, onlara saygı göstermektir. İletişim, çatışma değildir. Önemli olan birlikte konuşabilmeyi, birlikte paylaşabilmeyi, birlikte keşfetmeyi ve birlikte yaşamayı başarabilmektir.

Uzlaşma Kültürü ve Eğitim

Toplumsal uzlaşma kültürünü oluşturmanın zemini ise eğitimdir. Eğitim kavramı, insanlığın var oluşu kadar eski; insanlık var oldukça sürecek kadar da yeni bir ihtiyaçtır. Ülkemizdeki eğitim anlayışı ve uygulamalarını daha iyiye, güzele ve doğruya taşıyabilmek için yeni ufuklara yelken açmamız gerekiyor. Bu bağlamda, bir yandan eskimiş kalıp anlayışlarımızı terk etmeye, diğer yandan da yeni açılımlara ihtiyacımız vardır. Öncelikle belirtmemiz gerekir ki eğitimin yalnızca okulda yürütülen bir etkinlik olduğu anlayışı çoktan rafa kalkmıştır. Eğitim, anne karnında başlayıp son nefese kadar devam edegelen bir süreçtir. Bireylerin öğrendiği her bilgi, ortaya koyduğu her davranış, sarf ettiği tüm sözler, bakışı, duruşu, oturuşu, yürüyüşü, yemesi, içmesi, giyimi, kuşamı… kısacası hayatın her karesi eğitimin kapsama alanı içindedir. Eğitim, bireyi ve toplumu değiştirip dönüştüren bir süreç olarak görüldüğünde, bireysel ve toplumsal huzurun temeli de ekonomik ilerlemesi de devletin bekası da doğrudan eğitime bağlıdır. O bakımdan her türlü uyum ve uyumsuzluğun zemininde de eğitim anlayışı yatmaktadır. Yazımızın ana konusu olan uzlaşma kültürü, ancak ve ancak eğitim yoluyla oluşturulabilir. Çocuklarımıza ve gençlere dört “D Kuralı” diye ifade ettiğimiz “duygu, düşünce, değer ve davranış” kavramlarını hem teoride hem de uygulamada eğitimin en önemli hedefi olarak ortaya koymak zorundayız. Daha açık ifade etmek gerekirse eğitimin asıl amacı; ılımlı, olumlu ve uyumlu bireyler yetiştirmek olmalıdır. Böylesi bireylerden oluşan toplumlarda çatışma değil, uzlaşma hâkim olacaktır.

“Biz” Bilinci

Her bireyin daha doğuştan farklı bir insan olduğunu, bu farklılığın fıtri bir karakter taşıdığını kabul etmek, insanı doğru tanımlamak demektir. Yaratılıştan ve doğuştan gelen bu farklılıklar, dünya hayatında biz insanları ortak yaşamaya, uyumlu olmaya, anlaşma ve uzlaşmaya yönlendirmektedir. Birinci farklılık kuralı ne kadar fıtri ise, ikinci ortaklaşma kuralı da o kadar hayatidir. Nitekim, bireysel olarak farklı da olsak, hayatlarımız hep birbirine bağlıdır. Ortak yaşamanın ilk kuralı, farklı düşüncelere saygı duymak ve hoşgörüyle yaklaşmaktır. Herkesin fikirlerini ifade etmesine imkân sağlamak, birlikte yaşamanın gereğidir. İnsanlar, kendilerini ifade edemedikleri sürece, birlikte yaşama çabaları olumlu sonuçlar vermez. Ailede, okulda, mahallede, arkadaşlar arasında ve toplumda birlikte yaşama açısından farklılıklara saygı, başkalarının fikirlerini ifade etmelerine fırsat tanıma, diyalog ve içtenlikli iletişimin önemli bir rolü vardır. Bu süreçte, toplumu meydana getiren farklı yaşam biçimleri arasında; biri diğerini anlama, kaynaşma, bir arada yaşama bilinci ile birbirine saygı duyma, birbirleriyle iş birliği yapma, farklılıklara rıza gösterme, ortak değerlere inanma, öbürlerinin yaşam biçimlerine karışmama, kimseyi rahatsız etmeme anlayışı geliştirilmelidir.

İnsan ve İletişim

İnsanlar, sosyal bir varlık olarak bir arada yaşamak, iletişim kurmak ve hayatı paylaşmak zorundadırlar. Ortak yaşamın bir sonucu olarak insanlar arasında kimi zaman anlaşma, kimi zaman da anlaşmazlıklar söz konusu olabilmektedir. İki veya daha çok insan bir araya geldiğinde, temel varsayım anlaşamayacakları yönündedir. İnsanlar, bazen tesadüfen anlaşırlar veya anlaştıklarını varsayarlar. İşte bu türden sanal anlaşma veya açık anlaşmazlıklar, zaman zaman çatışmaya dönüşmekte; hatta hukuki zeminlere taşınmaktadır. Oysa insanlar, isterlerse konuşarak, açık iletişimler kurarak anlaşmaya varabilirler. Bu mümkün olmazsa, uzlaşma zeminini yakalayabilirler.

Çatışma Eğilimi

Günümüzde insanların sağlıklı ilişkiler kuramamasının temelinde, iletişim için gerekli zeminleri hazırlayamamaları ve iletişim için gerekli olan değerlere önem vermemeleri yatmaktadır. İletişim: “Bir arada yaşayabilme sanatıdır.” İnsanların bir arada mutlu, huzurlu ve güven içerisinde yaşamayı başarabilmesi için toplu yaşama kurallarına uymaları ve saygı temelinde ilişkiler kurmaları gerekmektedir.

İletişimin temel basamaklarını; gönül dili, beden dili ve konuşma dili oluşturur. Ancak, insanlar daha çok konuşma dilini ön plana çıkarmaktadırlar. Bu da beraberinde iletişimsizliği getirmektedir. Konuşma dilinin ön planda olduğu toplumlarda, genellikle “gürültü” yükselir. Bu anlamsız gürültü, bireyler arasında anlaşmazlıklara yol açmaktadır. Bu bakımdan toplumun sağlıklı bir iletişim becerisine ihtiyacı vardır. Atalarımızın belirttiği gibi “Önce düşün, sonra söyle.” Biz, toplum olarak muhatabımızı önce dinleyip, düşünüp, anlamaya çalıştıktan sonra gereken cümleleri kurarsak “sağlıklı ve etkili iletişim” için ilk adımı atmış oluruz. Bilgeler, “Akıllı insanın ağzı kalbinde, akılsız insanın kalbi ise ağzındadır.” diyerek bu konuyu en güzel şekliyle özetlemiştir.

Oysa konuşma dilinden önce gönül dili öğrenilip ve uygulanıyor olunabilseydi; bunca anlaşmazlığa, tartışmaya ve çatışmaya gerek kalmayabilirdi. Zira gönül dili, duyguların sessiz dilidir. Duyguların anlaşamadığı, uzlaşamadığı bir ortamda konuşma dilinin pek etkisi olmaz. Nitekim gönül severse, duygular harekete geçer ve söze hacet kalmaz. Gönül sevmezse, dünyanın kelamını da sarf etseniz, sadece kendinizi ve muhatabınızı yormuş olursunuz. Öyleyse, her şeyden önce, irfan dünyamızın dili olan sessiz ve sözsüz gönül dilini keşfetmeli ve iletişimlerimize bu dille başlamalıyız.

Gerçek ve doğru olan tavır her aklımıza geleni söylemek yerine, daha fazla tefekkür edip sözün hikmetlisini söylemek ve az sözle çok tesir oluşturmaktır. Gönül dili; yeri geldiğinde hikmetli konuşmak, yeri geldiğinde ise içimize doğru seyahat ederek susabilmektir. Susan insan, muhatabını dinlemeye ve anlamaya hazır olabilme ihtimaline sahiptir. Susmak, dinlemek ve anlamak, anlaşmaya giden yolu açar. Anlaşmak ise taraflara sağlık, huzur ve mutluluk getirir. Hemen her insan, fâni ömrünü geçireceği şu dünyada sağlıklı, huzurlu, mutlu ve başarılı bir hayat sürmek ister. Bu doğal amacına ulaşmak için çalışır, çabalar ve emeğinin karşılığını almayı bekler. Bu uğurda gücünü, emeğini ve sermayesini sarf eder. Ne var ki kimi zaman bu yolda akamete uğrandığı da olur. Birçok insan, böylesi bir mücadele sonunda sağlıksız, mutsuz ve umutsuz bir durağa geldiğinde nerede hata yaptığını sorgulamak yerine başkalarını suçlamayı tercih eder. Oysa sorunun temel sebebi çoğu zaman bireyin kendisidir. Huzurlu bir hayat için atılacak doğru adım, başkalarını suçlamak değil, kendimize çekidüzen vermektir. Sebep ve sonuçları başkalarında aramak zafiyet göstergesidir.

Hayatı arzu edilir ve her iki dünya için uygun bir şekilde sürdürebilmek mümkündür. Bunun gerçekleşmesi her şeyden önce bireyin kendisini kontrol altına almasına, hayatını disipline etmesine bağlıdır. Sayılabilecek daha birçok etken arasında iletişim becerisi de bireyin ruhi dengesinin kurulmasında; huzurlu, mutlu, sağlıklı ve başarılı bir hayat sürmesinde önemli etkenlerden birisi kabul edilmektedir. Bireylerin sağlıklı ruh hâllerine sahip olmaları aynı zamanda sağlıklı ailelerin kurulmasına zemin hazırlar. Sağlıklı birey ve sağlam aile bir araya geldiğinde huzurlu bir toplum ortaya çıkar. Huzurlu bir toplumun sürdürülebilir olması için ise, toplumda ortak yaşama kültürünü hâkim kılmak gerekir. Birlikte yaşamayı kolaylaştıran, mümkün kılan ögelerin başında; ortak fikirler, ortak hedefler, idealler ve kültürel uyum gelir. Bu ögelerdeki farklılıklar çoğaldıkça birlikte yaşama kurallarına daha çok ihtiyaç duyulmaktadır. Kurallar sayesinde farklılıkların meydana getirdiği çatışmalar en aza indirgenebilmekte, farklılıklar içinde ortak ögeler ve benzeşmeler yakalanabilmekte, birlikte yaşamanın sihirli formülü çözülebilmektedir. STK’lar, kulüpler, kültür dernekleri gibi birlikte yaşam alanlarını çoğaltan kurumlar ve bunların kültürel ve sosyal faaliyetleri birlikte yaşamın geliştirilebilmesi için gerekli unsurlardır. Bu faaliyet alanları insanların iletişim kurmalarına, birlikte ortak yaşam kültürü oluşturmalarına zemin hazırlar.

Bireysel ve Toplumsal Anlaşmazlıklar

Her insan, hayatını sürdürebilmesi için biyolojik ve psikolojik açılardan diğer insan ve canlılara bağımlıdır. Bu bakımdan insanlar, bir arada yaşamaya gayret ederler. Bir arada yaşamak, ortak yaşama kurallarına uymayı gerektirir. Oysa insanoğlu, birçok açıdan en üstün varlık olmasına rağmen, yine de olumsuz duygu, düşünce ve davranışlara da açıktır. Bu durumun açıklaması, aslında yaratılışın hikmetinde gizlidir. İnsanoğlu, kimi zaman aklını kullanarak güzel, olumlu ve uyumlu bir hayat sürerken kimi zaman da nefsinin esiri olarak uygunsuz duygu ve davranışlar ortaya koyabilmektedir. Bütün bunlar, zaman içinde anlaşmazlık, uyuşmazlık ve hatta çatışmalara da dönüşebilmektedir. Bu anlaşmazlıklar, çoğu zaman da hukuki zeminlere taşınmaktadır. Bütün bu anlaşmazlıklar öncelikle bireyin sağlığını bozup vaktini çalarken öbür yandan toplumun huzurunu etkilemekte, iş verimini düşürmekte ve hukuki planda iş yükünü artırmaktadır. Birçok olumsuzluğu beraberinde getiren bu tür anlaşmazlıkların yerinde ve kökten çözümü için artık bireysel ve toplumsal iletişim ve ilişkilerin gözden geçirilmesine ihtiyaç vardır.

Bakış Açımız ve Düşünce Tarzımız

Bakış açısı ve düşünce tarzı, bireyin toplumsal uyumunu temin eden iki ana etkendir. Beyin ve kalp sağlığının en önemli güvencesi; sağlıklı, olumlu ve geniş düşünebilmektir. Biyolojik ve psikolojik ihtiyaçların başında düşünmeye yatkınlık gelmektedir. Sorgulayan, araştıran, düşünen ve uygulayan insanlar, hayatta daha sağlıklı ve başarılı olmaktadırlar. Bunca koşuşturma yerine daha fazla düşünmeye hem de sükûnetle ve derin düşünmeye ihtiyacımız var. Konuşmaya, tartışmaya, kavga ve gürültüye ayırdığımız zamanın bir kısmını düşünmeye sarf edebilirsek, sağlık ve huzura daha çabuk ulaşırız.

Okumadan, bilmeden, öğrenmeden, yaşamadan ve düşünmeden insanlar, olaylar ve kişiler hakkında çoğu ön yargıya dayalı acele kararlar veriyoruz. Sonra da verdiğimiz bu yanlış ve acele kararları düzeltebilmek uğruna çok daha zahmetli ve sıkıntılı süreçler yaşıyoruz. Oysa düşünebilenler için her konunun birçok çözümü vardır. Hayat, sanıldığı gibi dümdüz bir yol değildir. Bu yolun iniş ve çıkışları vardır. Kimi zaman üstümüzü toz toprakla kapatmaya çalışanlar, karalayanlar, ayaklarımızın altına sabun koyanlar olacaktır. Bunlarla baş etmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil; düşünüp silkinerek kör kuyulardan kurtulup aydınlığa adım atmaktır. Akıllı insanlar her bilgiyi, olayı ve durumu pozitif ve negatif yönleriyle düşünür. Doğruya ulaşmak için acele etmez. Erken karar verip kendini karanlık zindanlara mahkûm etmez. Sorar, öğrenir, düşünür ve sakince uygular. İşte gerçek huzur ve mutluluk burada yatmaktadır. Bu ruh hâlinin tam adı uyumluluk ve uzlaşmacılıktır. Nitekim hayat çok kısa ve değerlidir! Bize verilen bu değerli ikramı; sebepli-sebepsiz didişme, tartışma ve çatışmalarla heba etmek akıl işi değildir.

Sonuç ve Değerlendirme

Sonuç olarak bireysel, toplumsal veya kamusal alanlarda en önemli ihtiyaçlardan birisi de uzlaşma kültürünün hâkim kılınmasıdır. Bu anlayışın tüm topluma teşmil edilmesi, herkesi bireysel, toplumsal ve kurumsal planlarda huzur ve refaha ulaştıracaktır. Birbirleriyle sürekli çatışan, didişen ve hatta çarpışan kişi, aile, topluluk veya kurumlar enerjisini boşuna harcarlar. Böylesi bir ortamda üretim değil, tüketim söz konusu olur. Oysa hepimizin ortak ihtiyacı güven, huzur ve refah içinde yaşamaktır. Her geçen gün gelişip büyüyen Türkiye’nin en önemli gücü, toplumsal çatışma konularını çözmüş, bilinçli bir toplum oluşturmasıdır. Var olan yüksek insani enerjimizi, toplum ve devletin yükselişi için kullanmak zorundayız. Hayatımızı ve enerjimizi, ömür boyu birbirimizle didişip tartışarak boşa harcamak yerine; anlaşma ve uzlaşma içinde sağlıklı ve huzurla yaşamaya adamalıyız. Farklı kültürel anlayış ve hayat tarzlarının varlığı doğaldır ve gerçek anlamda bir zenginliktir. Gerçek ihtiyacımız, farklı kültürleri aynı anlayış ve hoşgörüyle kabullenip huzuru, kardeşliği ve refahı yakalamaktır!..