Şimdi yükleniyor

Asrın Karanlıklarında Yolunu Arayan Türk Gençliğine Aydınlığı İşaret Eden Münevver: Sezai Karakoç 

85 ufuk goverci

Asrın Karanlıklarında Yolunu Arayan Türk Gençliğine Aydınlığı İşaret Eden Münevver: Sezai Karakoç 

Genç ne demek? Aslında sadece bu kelimenin, bu kavramın manasını tam anlamıyla idrak etmiş olsak dahi, o büyük kutlu dirilişe medar bir kuvvet bulmuş olacağımız ve büyük bir hazinenin kapısını açabileceğimiz kanaatindeyim.

Önce kelime anlamına bakarsak, dilimize Farsça kenz kelimesinden geçmiştir ve aslında define, hazine, gömülü hazine anlamlarına gelmektedir. İlk bakışta genel lisandaki kullanımıyla pek bir alakası yok gibi görünse de, esasen doğrudan doğruya gençliğin tam da bir hazine olduğu biraz düşününce idrak ediliyor.
Türk milletinin inancında ve kültüründe gençliğe çok önem verilmiştir. “Gençlikte para kazan, kocalıkta kur kazan.”, “Gençliğin kıymeti bilinse, ihtiyarlığın şikâyeti azalır.”, “Gençlikte taşırsın taşı, kocalıkta yersin tatlı aşı.” gibi pek çok atasözünün olması da Türk kültüründe gençliğin ne kadar önemsendiğini göstermektedir.
Evet, ömürdeki gençlik dönemi âdeta Allah tarafından insanlara verilmiş bir büyük sermaye gibidir. Malumdur ki sermaye, yerinde ve akıllıca kullanıldığında birden binlere, milyonlara çıkarılabilir. Ancak o sermaye içkiye, kumara ve gayrimeşru heveslere sarf edilirse boşu boşuna zayi olur gider. Kişiye büyük menfaatler ve kazançlar sağlayacak iken; ardında pişmanlıkları, hastalıkları, dertleri de bırakıp elinden akıp gitmiş olur. İşte gençlik de aynen böyledir. Hiç şüphe yok ki ömürdeki gençlik öyle ya da böyle gidiyor. Eğer meşru çerçevede sarf edilmez ise, o gençlik hem dünyada hem de ahirette kendi verdiği keyif ve lezzetten çok daha fazla belalar ve ıstıraplar getirir. Hayat, zahiren bakıldığında ve amacı düşünülmeden ele alındığında kısacık bir andan ibarettir. Hayatta bulunan cüzi zevk ve lezzetlerin içerisinde, o lezzetten binlerce kat fazla acılar, kederler, hüzünler, hasretler mevcuttur. İnsan doğduğu andan itibaren hakkında mukadder olan ölüm gününe doğru seyahati başlıyor. Yani doğduğu gün itibarıyla öleceği güne bir adım yaklaşmış oluyor. Farklı bir noktadan düşünüldüğünde doğduğundan itibaren ölüme doğru ilerliyor âdeta ve ölmek başlamış oluyor. Bu sürece yayılmış ölüm durumunun adına da yaşam diyoruz.

Ayrıca insanda akıl ve fikir olduğu için mesela hayvanlar gibi sadece içinde bulunduğu anı yaşayamaz. İçinde bulunduğu an ile birlikte, beraber geçmişten gelen hüzünler, hasretler ve gelecekte olacak muhtemel hadiselerin endişe ve kaygısı ile de alakalıdır. Böylece içinde bulunduğu andaki alacağı bir lezzet dahi gelecek endişesi ve geçmiş hüzünleri nedeniyle yarı yarıya hatta daha fazla düşer. Ancak ömür ve ömür içerisindeki hazine olan gençlik, eğer İslam terbiyesi ve Türk kültürü ile tezyin edilerek, istikamette, çalışmakta, terakkide, hamiyette harcanır ise boşa giden bir büyük sermaye olmaktan çıkıp, âdeta tükenmeyen sonsuz bir gençliğe inkılap eder. Böylece o güzel gençlik nimetinin şükrü eda edilmiş olur.
Ancak hayat içindeki büyük bir hazine sandığı olan o gençlik, özellikle günümüzde büyük bir tehlike altında. O hazine sandığının içindeki kıymetli elmaslar, pırlantalar, mücevherler boşaltılıp içine, sosyal medya eli ile paçavralar ve kazuratlar dolduruluyor.

İnançsızlık, madde bağımlılığı bir taraftan gençleri sarmaya hızla devam ederken; hiçbir ideali, millî şuuru olmaksızın, salt zevk, moda ve lüks düşkünü, ben odaklı gençler yetişmesi için kolektif ve büyük bir komite arka planda hızla çalışıyor.

Böylelikle günümüzde gençlerin büyük bir kısmı sadece anlık hevesler peşinde o büyük sermayesini harcıyor. Sosyal medya ve modadan ibaret süfli hissiyatın sarhoşluğu ile kendi özünden çok ötelere savruluyor. Türk-İslam medeniyetine karşı savaşan büyük ifsat komitesi, dünyalar kadar elması alabilecek kıymetteki Türk gençliğinin sermayesini beş para etmez kırık cam parçalarına sosyal medya ve özenti belası ile harcattırıyor. Nitekim her gün gerek sosyal hayatta karşımıza çıkan gerek haberlerde rastladığımız ahlaki zafiyeti gözler önüne seren olaylar, kalbimizi dağladığı gibi ümitsizlik tohumları serpiyor.

O hâlde biz anne babalar olarak, Türk kültürü şuuruna sahip bireyler olarak, imanlı Müslümanlar olarak gençlik denilen o hazine sandıklarının içini, başkaları paçavraları doldurmadan; vatanperverlik, hamiyet, fazilet, iman, ahlak, edep, hayâ, İ’la’yi Kelimetullah ülküsü gibi mücevherler ile doldurmak en önemli ve en birinci vazifemiz olmalıdır. Bu bilinç, yüzeysel ve söylemden ibaret olarak değil, hayatın her noktasında fiilen, gayret ile icra edilmelidir.

Hatta gerçek dava şuuru ve bilinci olan büyük şahsiyetler, bu yolda hayatlarını adamışlardır. Tüm ömürlerini bu istikamet üzere yaşamışlardır.

İşte bunlardan birisi de aynı asırda yaşamış olmaktan gurur duyduğum merhum Sezai Karakoç’tur. O, tüm hayatı boyunca şiirlerinde ve eylemlerinde gençliğe istikameti işaret etmiştir. Ondandır ki gençliğe ve istikbale dair ümidi hep sağlam kalmış, hiçbir zaman karamsarlığa düşmemiştir. “İnsanlığın Alınyazısı Bir Çocuk” adlı eseri ile de aslında tüm vatan evlatlarına bir hedef koymuştur. Her Türk genci, Sezai Karakoç’un tarif ettiği o çocuk olmak gayreti içinde olduğu sürece bu milleti aslından, özünden, değerlerinden koparmak mümkün olmayacak.

“O çocuğu bekliyoruz.
Dünyayı değiştirecek, yenileyecek, meşhur kelimemizle söyleyelim, diriltecek çocuğu.
O çocuğu ki, reklam ve propaganda edilenleri değil, edilmeyenleri bilsin.
Kendine verileni aşan bir çocuk olsun o çocuk.
Verilmeyeni alabilen bir çocuk. Gizliyi, sır olanı kurcalayan, tarihin şifrelerini çözen bir genç.
Derleyişleri dağıtan, dağılmışları derleyen bir genç adam.
Kayıpların, kaybolanların ürperttiği bir ruh.
Kabuk bilgilerin sağanağı altında ıslanmayan anlayış ve kavrayış kişiliği.
Bir muştu olan bir çocuk. Muştu gibi gelen. Muştu getiren.
Işıkla gelen çocuk. Umut ışığını getiren çocuk.
Kapitalizmin ve komünizmin karanlığını delen umut ışıklarını taşıyan gönül eri.
Erenlerden bir işaret olan er. Diriliş eri.
Doğunun ve batının özlemini çektiği haberci.
Yollarda gözlenen, tozların gerisinde hayal edilen yolcu.
Tanrı eri. Semboller hâlinde kafaların ve ruhların içine dikilen ve dikilişleriyle insanları ve tüm insanlığı onursuz kılan putların kırıcısı inanç yiğitti.
Aşağılık duygusu altında ezilen duyarlıkları sağlığına kavuşturan ve böylece sözünden çok ruhuyla doğacak özgürlüğün, gerçek özgürlüğün savaşçısı olacak kahraman.
Bu çocuk elbet gelecek.
Diriliş mehteri, dünyanın ufkunu, metafiziğin marşıyla çınlatacaktır.
Pandorun kutusu kapanırken ruhun şifa mücevherleri, saklı oldukları mahfazalarının kapaklarını zorlayacaklardır, dışarı çıkma günü gelen civcivin yumurtanın kabuğunu gagasıyla tık tık döğmesi gibi.

‘Kalk ve Korkut’ sesiyle ayağa fırlamış ilahi sitelere karşı hangi çelik veya demir bent dayanabilir?”
Evet, büyük şairler ve fikir adamları hakkında, bulunduğu coğrafya ve tarih dilimini okurken; geçmişten atiye giden süreci, yaşadığı toplumun sergüzeştini, kodlarını ve köklerini analiz etmesi beklenir. Sezai Karakoç, bunu tam anlamıyla icra etmiştir.

Bu varoluşsal diyalektiği analiz ederken, ruhundan feveran eden diriliş duygusunu ve diriliş ruhunun amentüsünü, keskin ve yüksek esaslarla çizmiştir. Gönül dünyasında açtığı tertemiz atmosferin etkisinde paradigma olarak kurguladığı o manevi dünya ile toplumun tabakalarını heyecana getirmiştir. Hâsılı kelam Sezai Karakoç, kutlu bir Alperen ruhuyla ülküsünden hiç taviz vermemiştir. O, hem yeniden dirilişle fethe hazırlayan hem de bunun şartlarını geçmiş ve gelecekle sentezleyen bir mütefekkirdir. Bir milletin atiyi keşfeden özünden demlenen kutlu şair, Diriliş Muştusunu müspet tasvir ve tavsiyelerle tahkim edip, umutsuzluk girdabında bunalan müptezel ruhlara bir çıkış kapısını, ayağa kalkma ve direnme gayretini aşk ve vecd ile ayakları yere basarak anlatmıştır.

Bizler, Sezai Karakoç gibi bir üstadın fikirdaşı ve çağdaşı bahtiyarlığına ermiş bir nesil olarak; metafizikle hakikati hem şiirlerinde hem şiirlerinin ruhunu anlatan, şiirin vermesi gereken esasları eleştirel olarak sunduğu 3 Kitaplık “Edebiyat Yazıları” kitaplarından hem de çok zengin felsefi, ahlaki, sosyolojik ve evrensel değerlerle bezenmiş eğitime hazırlanan bir nesli üstün bir pedagojik formasyon olarak nitelendirilebilecek “Sezai Karakoç Külliyatı” diyebileceğimiz eserleriyle tanıdık.

İstanbul’da Maliye Müfettişliği ile başlayan memuriyeti; ruhunda kabul etmediği, onun engin fikir ve gönül dünyasını engelleyen soğuk bir sistem içinde kalmak istemeyişi çok defalar memuriyetten istifa etme teşebbüsleriyle son bulmuş. 1960’lı yıllarda maliyeci olarak hesap defterleri ve muhasebat kanunları arasında belki monoton bir hayatın içinde yitip gidecek iken; kendisini âşık olduğu hakikatlerle tezyin edip, milletine yol gösterecek bir pusula görevini ifa etme gayreti ile İ’la’yi Kelimetullah ufuklarına yelken açmak üzere edebiyat deryasında yüzmeye başlamış. Attığı her kulaçta daha büyük hedeflere ulaşmak için şiirden romana, biyografiden felsefi ve edebiyat yoğunluklu yazılara uruc etmiştir. Türkiye’nin yakın tarihinde Üstat Necip Fazıl ekolünün araladığı kapıyı ardına kadar açarak ilerleyen bu yüksek şahsiyet, ilim ve edebiyat sahasında Türk milletine büyük katkıları dolaysıyla 2006 yılında T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü ile ödüllendirildi ve 2011 yılında Cumhurbaşkanlığı Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü.
Bütün bu serdettiğimiz serencamı karşısında, O’nu eserleriyle hayranlık ve hayretle izliyoruz. Coşkun bir nehir gibi akan şiirlerini okudukça uyuşmuş ruhlara dirilme aşılayan fikirlerini anlıyoruz.

Onun gezdiği dünyada nefes alıp verdikçe, Türk gençliğine gösterdiği ulvi gayeler ve hedefler yolunda sebat, metanet ve yüksek ahlak ile devam ettikçe, yeniden tüm dünyayı aydınlatan büyük bir ulus olmamız kaçınılmaz olacaktır.

Bu minvalde Karakoç’un arzu ettiği en güzel ölçüt: Davasına sadık, genç Alperenler yetiştiren, Güllerin Sultanı’na götüren, kardelenler ile âdeta kış mevsiminde uyuşmuş kalpleri ve fikirleri ihtizaza getiren, çağının azgınlık ve kokuşmuşluğundan temizlenip, ter ü taze esaslar ile Allah buyruğunu ve Resul sancağını hep yükselten, o izde yürüyen, tarihin “O Kutlu Millete” ve “Kutlu Diriliş”e ödev verdiği sorumlulukların bilincinde olan bir nesil olmasıdır.

İşte bu yolda olan her genç, aslında kelime anlamının tam karşılığı olan bitmek tükenmez bir hazine, bir define bulmuş olacaktır.
“Ne mutlu o yolda giden gençlere,
Ne mutlu Karakoç’un irfanını idrak edebilenlere”