Şimdi yükleniyor

Türk Eğitiminde Dönüm Noktası

110sayiK 12

Türk Eğitiminde Dönüm Noktası

Türk eğitim sisteminin dönüm noktalarından biri “Tanzimat Dönemi”dir. Bu dönemi es geçmek ve sadece Türkiye’deki eğitimi ele almak, büyük bir boşluk olacaktır. Bu bakımdan Tanzimat döneminde ne gibi çalışmalar yapılmıştır kısaca hatırlatmak isterim.

Tanzimat’tan Cumhuriyete Eğitim Sistemi

Türk eğitim sisteminde Tanzimat Dönemi’nde yapılan (1839-1876) değişiklikler önemli yer tutar. Dönemin anlayışına göre eğitimimiz, Avrupa ülkelerinden geri kalmıştır. Bunun nedeni Avrupa devletlerinde modern eğitim sisteminin varlığı ve bizim onlar gibi bir eğitim sistemine sahip olmayışımızdır. Tanzimat Dönemi’ndeki eğitim alanındaki geri kalmışlık ancak Avrupa’nın modern eğitim sistemini almakla çözülebilecek şeklinde düşünülmüştür. Bu anlayış ile geri kalmışlıktan kurtulup aradaki eğitim farkının kapanacağına inanmışlar ve bu konuda çalışmalar yapmışlardır. Bu çalışmalar şunlardır:

– 1846’da Mekatib-i Umûmiye Nezareti kuruldu. 1848’de Dârülmuallim (öğretmen okulu) açıldı. Harbiye, Bahriye ve Tıbbiye dışındaki okulların kontrolü bu bakanlığa verildi. – Rüştiyelerin açılmasına hız verildi.

– 1859’da çağa uygun sivil bürokrat yetiştirmek amacıyla Mekteb-i Mülkiye-i Şahane, İçişleri Bakanlığı’na bağlı olarak kuruldu.

– 1868’de Fransızca eğitim ve Batılı anlamda ilk eğitim verecek olan lise ile üniversite arasında bir kurum olan Galatasaray Sultanisi açıldı.

– 1869’da Fransız eğitim sistemini örnek alan Maârif-i Umûmiye Nizamnamesi yayınlandı.

– 1870’te Dârülmuallimât adında kız öğretmen okulu açıldı.

– Devlet memuru yetiştirmek amacıyla, Mekteb- i Maârif-i Adliye kuruldu (II. Mahmut).

Avrupa devletlerinin etkisiyle Islahat Fermanı 1856 yılında ilan edilmiş, gayrimüslimlere ve Avrupa devletlerine siyasi, ekonomik ve hukuk eğitimi alanında yeni haklar verilmiştir.

Islahat Fermanı’na göre Fermanda yer alan eğitim ile ilgili hususlardan önemli bazı noktalar şunlardır:

Müslüman çocukları mevcut mekteplerle yetinirken, gayrimüslimlerin hem askerî ve mülki mekteplere kabul olunmaları hem de kendilerine özel mektepler yapma izninin verilmesi bir ayrıcalıktı. Onlar da bu fırsattan yararlanarak Avrupa devletlerinin desteğiyle özel mektepler kurarak ve buralarda kendi dil, milliyet ve kültürleri doğrultusunda öğretim yapmışlardır.

Gayrimüslimlere tanınan ayrıcalıkların geniş boyutlara ulaştığını gören Osmanlı Devleti, eğitimi devlet politikası hâline getirmek ve eğitim işlerini tek bir elden yürütmek için 29 Nisan 1857’de Maârif-i Umûmiye Nezareti’ni kurarak nazırlığına da Sami Abdurrahman Paşa’yı tayin etmiştir. Osmanlının Avrupa devletlerine vermiş olduğu bu ayrıcalıklar, Osmanlının içişlerine müdahale etme yönünde onlara önemli avantajlar sağlamıştır. Bu durumun yaratacağı zararları önlemek adına da Maârif-i Umûmiye Nezareti’ni kurmuştur. Maârif-i Umûmiye Nezareti’nin kurulmasıyla Türkiye’de gerçek anlamda bir eğitim bakanlığının temeli atılmıştır. Bu durum hem Avrupa devletlerine güven verecek hem de onların müdahalesini önleyecekti.”

Tanzimat Dönemi’nde eğitimde yapılan yeniliklerin amacı; yenilik yapmak gereği, devletin bu konuyu üstlenmesi gerektiği, Avrupa kamuoyunda olumlu intibanın kazanılmak istenmesi ve Avrupa devletlerinin baskısı.

1869 Maârif Nizamnâmesi’nin yayınlanmasından sonra ilköğretim düzenlenmiştir. Sıbyan Mektepleri açılmış, süresi 4 yıl olarak belirlenmiş, kız ve erkek ayrı ayrı okullarda eğitim görmüştür. Kızlar 6-10, erkekler 7-11 yaşlarına kadar okula devamları zorunlu tutulmuştur.

Sıbyan mezunları 2 yıllık Rüştiye eğitiminden sonra Dârülfünûn’a girebilmeleri kararlaştırılmıştır. Rüştiyelerin biraz daha üstünde sayılan Dârülmaârif adında ortaöğretim kurumları da açılmıştır.

1848’de açılan Dârülmuallim ilk mezunlarını vermiş, yeni öğretmenlerle birlikte, Anadolu ve Rumeli’de rüştiye sayısı artmış ve 48’e yükselmiştir. 1870’te Dârülmuallimât rüştiyeleri kız öğrenciler için bayan öğretmenler yetiştirmiştir.

Rüştiyelerin süresi 4 yıldan 6 yıla çıkartılmış, daha sonra 5 yıla, nihayetinde de 4 yıla düşürülmüştür. Kadınlar eğitime dâhil edilmiş, 19. yüzyılın ikinci yarısında kadınlar Avrupa’da olduğu gibi okullara gitmeye başlamış ve yeni meslekler öğrenmişlerdir. Rüştiye mezunları sınavla idadiye geçmişlerdir. Rüştiyeler; mülkiye rüştiyeleri ve askerî rüştiyeler olarak ikiye ayrılmaktadır.

Yüksekokullara öğrenci yetiştirmek için “Rüştiyelerin” üzerinde “Sultanilerin” altında yer alan idadiler açılmıştır. İdadiler ile farklı din ve ırktan Müslüman ve gayrimüslim çocuklar üç yıl karma eğitim alacak ve yetişen bu nesil Osmanlı milletini oluşturacak, Osmanlıcılık ilkesi hayata geçirilmiş olacaktı.

Islahat Fermanı’ndan sonra Paris’te Mekteb-i Osmani açılmış, kısa zaman sonra da kapatılmıştır. Fransa’nın eğitimi örnek alınarak Galatasaray Sultanisi açılmış, okulun planı Fransa’daki liseler gibi yapılmış, çoğunluğu Fransız idareci ve öğretmenlerden oluşturulmuştur.

“Okulda Türk, Ermeni, İngiliz, Rum, İtalyan öğretmenler de görev yapmaktaydı. Paralı olmasına karşın devlet 150 öğrenciye burs sağlamıştı (75 Müslüman, 75 Gayrimüslim). 1868-1871 döneminde Müslüman öğrenci sayısı daha az olmuştur. Ayrıca başta mektebin programında, öğrenci sayısının yarısının Müslüman, yarısının da gayrimüslim olması öngörüldüğü hâlde, sonradan bu durumdan vazgeçilmiştir.”

Sultani düzeyde Darüşşafaka (1873) açılmış, Müslüman halkın çocukları, fakir ve kimsesiz çocuklar, yetişkinler bu okula gitmiştir. Darüşşafaka okullarını halk sevmiş ve ilgi göstermiştir. Darüşşafaka okulları Galatasaray Lisesi’ne karşılık olarak açılmıştır. Cemiyet-i Tedrîsiyye-î İslâmiyye Derneği’nin açtığı Darüşşafaka okulları daha sonra Maârif Nezareti’ne bağlanmıştır.

Yükseköğretim kurumları olarak Dârülfünûnlar 1870 yılında açılmıştır. Dârülfünûnlar sivil yüksekokullar ve askerî okullar olarak ayrılmıştır.

Galatasaray Mekteb-i Sultanisi, Batı’nın idari anlayışına sahip öğrenciler yetiştirip mezun etmiş, mezun olanlar devlet yönetiminde güç ve yetkiye sahip bürokrat, idareci, siyasiler olarak yerleşmiştir. Kısaca Galatasaray Mekteb-i Sultanisi yetiştirdiği öğrencileri, onlara kazandırdığı beceri ve yetenekleriyle önce Osmanlı Devleti’nin sonra da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin siyaset ve idarelerinde görev almalarına vesile olmuştur. Sözün özü Galatasaray Mekteb-i Sultanisi, öğrencilerine kazandırdıklarıyla ve öğrencilerinin vasıtasıyla dolaylı olarak da olsa devletin ve siyasetin içinde olmuşlardır.

Mesleki eğitimde; Öğretmen Okulları, Ziraat Talimhanesi (ziraatçi), Muallimhane-i Nüvvab (kadı), Ormancılık Mektebi, Maadin Mektebi (madenci), Mektab-i Maarif-i Adliye (devlet dairelerine memur), Kaptan ve Çarkçı Mektebi, Müze Mektebi, Mekteb-i Sanayii (teknik okullar) açılmış. Kadılar ve kızlara da mesleki anlamda eğitim verilmiş; Cevr-i Kalfa Mektebi (kadınlar sanayii mektebi), Kız Sanayii Mektebi gibi pek çok meslek okulları açılmıştır. Bu okullar halkın ihtiyaçları doğrultusunda açılmış olup yabancı öğrenciler de eğitim almıştır. Okullarda; Amerikalı, Fransız, Ermeni gibi yabancı öğretmenler ders vermiş, bu nedenle gayrimüslim öğrencileri de zamanla artmıştır.

Azınlık ve yabancılar, kendi okullarını açmış; ilk, orta, yüksek dereceli okullar nitelikli ve kendi cemaatlerinden olan öğrencileri kabul etmiştir. Bu okullarda Rum, Musevi, Ermeni hocalar ders vermiştir. Aynı zamanda tıbbiye ve meslek liselerinde öğrenim gören çok sayıda gayrimüslim tebaadan öğrenciler de eğitim görmüştür.

Yabancıların; Fransa, İngiltere, ABD, Almanya, Avusturya, İtalya ve Rusya’nın açmış olduğu okullardır.

Kısaca Batı’nın eğitim sistemine yetişebilmek kaygısı ve Avrupa’da olumlu intibaa bırakmak amacıyla açılan bu okullar, Osmanlıya karşı bir nesil yetiştirmiştir. Birkaçını yazabildiğim bu okullar, Cumhuriyetten sonra da eğitim sisteminin temellerini oluşturmuştur.

23 Nisan 1920’ye gelindiğinde eğitim; yeni yönetim biçimine uygun, Cumhuriyetin niteliklerine ve çağdaş medeniyet seviyesini yakalayan, değişen ve gelişen dünyaya ayak uydurabilecek bireyler yetiştiren önemli bir araç olarak düşünülmüştür.

1921’de Maarif Kongresi toplanmış; ilkokul programı, eğitimin millî olması gibi hususlara yer verilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, “Türkiye’nin millî maarifinin kurulmasını” istemiştir. Yabancı okullara hukuki düzenlemeler getirilmiş, yabancı okullar kontrol edilmek istenmiştir.

3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat (öğrenimin birleştirilmesi) kanunuyla başka bakanlıklara, vakıflara bağlı, yerli ve yabancı okullar Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır.

Eğitimin birleştirilmesi millî birlik ve beraberlik açısından önemlidir. Farklı türlerde eğitim veren eğitim kurumlarında, eğitim bağlı olduğu kuruma karşı sorumluluk içinde olacak ve toplumun millî çıkarlarına ters düşecek şeyleri öğretemeyecektir. Bu durum gerçekleşmeseydi; farklı kurumlara bağlı olan eğitim kurumlarında (azınlık okulları ve yabancı okullar) millî birlik ve beraberliğimize, millî hedeflerimize ters düşecek mezunlar verecek, özel ya da devlet sektöründe görev alan bu şahıslar millî eksenimizden ayrı davranabilecek, bu da toplumda huzursuzluk ve çatışmalara neden olacaktır. Oysa eğitimin bir kuruma bağlı ve kontrol edilebilir olması; millî duygu ve düşünceyle yetişen insanların aynı duygu ve düşünceyle çalışmalarını, çatışmalardan uzak, üretken ve huzur dolu bir ortam sağlayacaktır.

Çatışmanın olmadığı yerde yapılan eğitim, fevkalade olumlu sonuçlar verecektir. Bunu bilen dış mihraklar çok çeşitli şekillerde Osmanlı Devleti ve yakın tarihimize kadar eğitim sistemimizi bozmaya, değiştirmeye çalışmışlardır. Eğitimin girdisi olan öğrenci, eğitimini tamamladıktan sonra eğitim hizmetleri içinde görev alabilir, kamuda ya da özel sektörde her türlü hizmet ve çalışmalar yapabilecektir. Yüreğinde milletine, bayrağına, vatanına, devletine samimi bağlılık hissi yoksa, birlik duygusu yüreğine girmemiş ise aldığı eğitim anlam ve önemini yitirip ve dahi yetki ve gücünü tersi yönde kullanıp milletine, bayrağına, vatanına, devletine bağlılık da gösteremeyecektir.

Dünyaya gelen bir çocuğun ilk öğretmeni annesi, ailesi ve geniş ailesidir. Ailemizden öğrendiğimiz Türk kültür ve İslam anlayışını duygusal zekâmızla besler, eğitimle geliştiririz. Eğitim, inançlarımızı pekiştirir, düşüncelerimize ayrıntılar katar, yeni beceriler kazandırır. Millî bilinçle yetişen ve kendisine hedefler koyabilen bireylerin artması ise bir milletin beşerî gücünü oluşturur. Bu nedenledir ki millî eğitimimizde her bir öğrenci çok önemli ve özeldir.

Cumhuriyetten sonra da eğitim benzer şekilde devam etmiştir. Osmanlıyı zayıflatma gayret ve çabası içinde olanlar, 1940’lardan sonra, dış mihraklı güçler tarafından açılan (azınlık ve yabancı) okullarda hız kaybetmeden öğrenciler yetiştirip onlara el vermişler, yetiştirilen bu öğrenciler devletimizde söz sahibi olmuş, yetki ve güçle donatılmış, becerileriyle etkin ve yetkin bir şekilde eğitimimize ket vurmuşlardır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda, Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler hususunda Madde 42’de eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi başlığında şöyle belirtilmekte:

– Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.

– Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.

– Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.

– Eğitim ve öğretim hürriyeti, Anayasa’ya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz.

– İlköğretim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve devlet okullarında parasızdır.

– Özel ilk ve orta dereceli okulların bağlı olduğu esaslar, devlet okulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun olarak, kanunla düzenlenir.

– Devlet, maddi imkânlardan yoksun başarılı öğrencilerin öğrenimlerini sürdürebilmeleri amacı ile burslar ve başka yollarla gerekli yardımları yapar. Devlet, durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları, topluma yararlı kılacak tedbirleri alır.

– Eğitim ve öğretim kurumlarında sadece eğitim, öğretim, araştırma ve inceleme ile ilgili faaliyetler yürütülür. Bu faaliyetler her ne suretle olursa olsun engellenemez.

– Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tabi olacağı esaslar kanunla düzenlenir. Milletlerarası antlaşma hükümleri saklıdır.

İşte bu nedenledir ki eğitim; her Türk çocuğu için zorunlu, devlet okullarında parasızdır. Eğitim hakkı herkesin hakkıdır. Eğitimin ana dili Türkçedir ve eğitim alma hakkı engellenemez.

Türkiye Eğitiminde Dönüm Noktası:

Türkiye Yüzyılı Günümüzde eğitim-öğretim hedeflendiği noktaya gelmiştir. Eğitim-öğretim yaygınlaşmış, zorunlu eğitim çağı ilk ve ortaöğretimde hedeflenen noktaya (%95,06) ulaşmıştır.

Eğitime ve eğitim hizmetlerine erişim artırılmış, mesleki eğitim güçlendirilmiş, mesleki eğitime 2022 yılında ilk kez Balkan ülkelerinden öğrenci alınmıştır. Tüm OSB’ye (Organize Sanayii Bölgesi) mesleki eğitim merkezi kurulmuş, öğrenci sayısı ve nitelikli iş gücü artırılmasına çalışılmış, mesleki eğitim merkezi ustalık telafi programı başlatılmıştır.

Eğitimde fırsat eşitliğinin artırılması için yardımcı kaynak hazırlanmış ve ücretsiz dağıtılmıştır. Köy yaşam merkezleri kurulmuş, farklı kuşaklara eğitim verilmiştir. Yaz okulları açılmış, isteyen öğrenciler farklı alanlarda (bilim, sanat, matematik, İngilizce) ücretsiz eğitim almıştır. Bağımlılara, bağımlılıkları konusunda rehberlik ve psikolojik danışmanlık verilmiştir. Eğitim sürecine katkı sağlayacak bir dijital platform hazırlanmıştır.

Öğrenci ve öğretmene destek sistemi (ÖDS) platformu oluşturulmuştur. Türkiye Yüzyılı, eğitimde bir dönüm noktasıdır ve olmaya devam edecek olduğunun emareleri vardır. Öğretmene verilen değer, öğrenciye verilen değer, okulların, okullaşmanın yaygınlaştırılması, yeni üniversitelerin açılması, dijital ve basılı eğitim materyallerinin ücretsiz olması bir dönüm noktasıdır. Başta öğretmenler, aileler ve öğrenciler tüm bu hizmetleri, destekleri alanlar samimiyetle millî ve manevi duygularla çalışıp çabalayacak; daha da mühimi ülkemizi daha da ileri seviyelere taşıyacak bilinçte olacaklardır.

Millî Eğitim Bakanlığı’mız hem öğrencinin hem öğretmenin yanında yer almıştır. Çalışmalar bizi çağın gereklerine yaklaştırsa ve hatta çağdaşlarımızdan daha ileri seviyeye çıkartsa dahi biz Türk milleti olarak çalışkan olmaya devam etmeliyiz. Dünya ve ahiret dengesini kurabilmiş, kim olduğunu, hedefinin ne olduğunu bilen sağlıklı nesillere ihtiyacımız vardır. Tarih bize hep göstermiştir ki Türk’ün yükü hep ağır olmuştur.

Her daim çalışkan, akıllı, tarihten ders çıkarabilen, birlik ve beraberliğimize önem ve değer veren, onu koruyup kollayan bireyler olabilmek gayesinde olmalıyız.