Şimdi yükleniyor

Şiddete Karşı İslami, İnsani ve Millî Direniş

92 nurullah cetin

Şiddete Karşı İslami, İnsani ve Millî Direniş

Şiddet, en genel tanımıyla bir insanın hemcinsi olan insanlara, hayvanlara ve bir bütün olarak tabiata karşı fiziksel, sözel ve psikolojik saldırısıdır. İnsanın bir başka insanı dövmesi ne kadar şiddetse ona sözlü olarak hakaret etmesi, aşağılaması, itibarsızlaştırması, psikolojik olarak değersizleştirici tavırlarda bulunması da aynı oranda şiddettir. Bir insanın kendisi için yaratılmış nimetler olan hayvanlara, bitkilere; en genel anlamıyla tabiata karşı hoyratça davranması da şiddettir. Şiddetin de kendi içinde dereceleri vardır.
Bir kişinin kendi dengine uyguladığı şiddet ile savunmasız küçük çocuklara, kadınlara, yaşlılara karşı uyguladığı şiddet aynı değildir. Şiddet, insanı insan yapan temel fıtrat ve yapısına karşı bir ihanettir. Şiddet, haddini bilmemek, sınırlarını taşmak, başkasına tecavüzdür. Şiddet, üstünlük ve büyüklük taslamanın, gurur ve kibrin bir boyutudur. Bütün insanlar yaratılmışlık noktasında eşit olduğu gibi yaratıcı olmaktan uzaklık noktasında da birdirler.

Bir kişinin bir başkasına şiddet uygulamasının şu gibi değişik amaçları vardır: Gücünü, kuvvetini göstererek kendisini tatmin ve ispat etmek, haklı olduğunu kanıtlamaya ve göstermeye çalışmak, kendince yanlış olan bazı düşünce, söz ve davranışları önlemek, fikrini zorla kabul ettirmek, zevk almak, sindirmek, kendisine itaat ettirmek, yönlendirmek, korkutarak istediğini yaptırmak.

Hangi amaçla olursa olsun şiddet uygulamanın insani, İslami ve millî bir temeli yoktur. İş yerinde ya da gündelik hayatta dışarıda bir şeylere ya da birilerine kızıp öfkelenip eve gelince öfkesini karısına, çocuklarına dayak atarak dindirmek vahşice, canavarca, haksızca bir davranıştır ve bu durum kişiyi insanlıktan çıkarır.

Eşine ve çocuklarına şiddet uygulayan erkeğin erkekliğini bu yolla kanıtlama gayreti onu yükseltmez; tam terine yerin dibine sokar. Zira savunmasız, aciz, çaresiz insanlara uygulanan şiddeti hiçbir selim vicdan kabul edemez. Şiddet, vahşi hayvanlara özgüdür. Zira onlar evcilleşmemiş, eğitilmemiş, medenileşmemiş; tamamen içgüdülerine bağlı olarak ve salt menfaatleri, hâkimiyet ve iktidarlarını göstermek için şiddet uygularlar. İnsan ise eğitilen, ruhunu, kalbini, beynini terbiye eden, incelten, bilgi ve bilinçle medenîleştiren, soyut, manevi, kültürel değerler üreten ve insanca yaşama sanatını bilen, bilmesi gereken, bunları akledebilen, içgüdülerine ve nefsine göre değil de Allah’ın koyduğu kurallara, ilkelere, sınırlara, hakka, hukuka, adalete, medeniyete, insanlık, saygı sevgi değerlerine göre hareket eden erdemli bir varlıktır ya da öyle olmalıdır.

Hz. Âdem’in oğlu Kabil’in kardeşi Habil’i kıskanması, ona kin ve nefret duyması sebebiyle öldürerek, insanlık tarihindeki ilk şiddet ve cinayet başlamış olmuştur. Tarih boyunca Habil ve Kabil soyundan gelenler arasında iyilik ve kötülük, hak ve batıl, şiddet ve merhamet mücadelesi devam edegelmektedir. Şiddet eğiliminin atası olan Kabil zihniyeti, günümüzde kurumlaşarak zalim saltanatlar, emperyalist sömürgeci devletler, komünizm, kapitalizm, PKK gibi terör örgütleri şeklinde devam edegelmektedir. Habil zihniyetinin sürdürümcüleri ise Hakkı, iyiliği, merhameti temsil eden Kur’an ve Hz. Muhammed merkezli gerçek, sahih Müslümanlardır.

İnsanın, eşiti olan diğer insanlara karşı şiddet uygulaması, kendisini Firavunlaştırması demektir. Firavun, kendisini insan değil Tanrı olarak takdim ediyor ve diğer insanlar üzerinde her türlü işkenceyi, eziyeti meşru görüyordu. İnsanları köle gibi zorla, kırbaçla çalıştırarak onlara fiziksel şiddet uyguladığı gibi inanma ve inandıkları dini yaşama özgürlüklerini de ellerinden alarak aynı zamanda psikolojik şiddet uygulamaktaydı.

Geleneksel Firavun şiddeti, günümüz modern dünyasında şekil değiştirerek varlığını korumaktadır. İnsanların ihtiyaçlarını, muhtaçlıklarını, yoksulluk ve yoksunluklarını istismar ederek onları karın tokluğuna ya da az bir ücret karşılığı çalıştıranlar, liberal ve kapitalist bir şiddet uyguluyorlar. Diğer yandan Müslümanlara ya da başka birilerine her türlü hakareti yapanlar da; din, inanç ve düşüncelerini engelleyenler de yine liberal çerçevede bir psikolojik şiddet uygulamaktadırlar.

Şiddetin insani, İslami ve millî bir temeli ve dayanağı yoktur. Zira ortak, genel ve evrensel insanlık yapısı, şiddeti şiddetle reddeder, genel insanlık onuruna, şerefine aykırı bularak kesin olarak lanetler. Zira sahih insan fıtratını temsil eden ortak akıl; kabalık, yontulmamışlık, hödüklük, canavarlık demek olan şiddet yerine nazik, zarif, medeni, insani davranış biçimlerini öncelemiştir hep.

İslam da bütün temel kaynaklarında şiddeti vurgulu biçimde eleştirmiştir. İslam’da bırakınız insanın insana şiddet uygulamasını onaylamak; kurbanlık hayvanı keserken bile şiddet uygulamamak, hayvana iyi davranmak emredilmiştir. Kur’an’da şiddet genel olarak zulüm kavramıyla ifade edilmiş ve zulme karşı sert cezalar öngörülmüştür. Nitekim şu ayete bakalım: “Evet, o inkâr edenleri ve zulmedenleri Allah ne bağışlayacak ne de onlara bir kurtuluş yolu gösterecektir.” (Nisâ, 168)

İslam’da cihat adı altında inanmayanlara, dinsizlere, başka dinden olanlara veya Müslümanlara şiddet uygulaması yoktur. Mesela birtakım selefi örgütlerin (IŞİD, DAEŞ, EL-KAİDE, BOKO HARAM), İslam’la alakası olmayan ama İslamcı cihat örgütleri diye lanse edilen yapıların önüne geleni rastgele öldürmelerinin, bu yolla şiddet uygulamalarının İslam’da yeri yoktur. İslam barış demektir ve barış dinidir.

Zira ayet açıktır: “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara, 256). Dolayısıyla Müslüman olmayanı zorla Müslüman yapmak, olmazlarsa öldürmek, eziyet etmek, işkence etmek gibi şiddet uygulamasının İslam’la alakası yoktur. Bu tür davranışlar ilkel, bedevi, vahşi yaratıkların işidir. Zira İslam özgürlük dinidir; isteyen istediğine inanır ya da inanmaz, bu konuda hiç kimse bir başkasına şiddet uygulayamaz. İslam’da zorlama yok; tavsiye, anlatma, ikna ve tebliğ vardır. Ayet açıktır: “Sizin dininiz size, benim dinim banadır.” (Kâfirun, 6)
Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün’ün açıklamalarına göre Kur’an, silahla savaşmaya cihat değil kıtâl der. Kur’an’a göre Müslümanlara dışarıdan saldırılması durumunda savaşmaya izin verilmiştir. Dolayısıyla İslam’da savaş, saldırı amaçlı değil, savunma amaçlıdır. Yine İslam, etnik topluluk ve mezhep savaşları gibi iç savaşı da fitne diyerek şiddetle reddetmiştir. Kur’an’da esas olan şu ayetin içeriğidir: “Ey insanlar! Hep birlikte barışı arayın.” (Bakara, 208)

Cihat, İslam’ı yayma; inançlı, erdemli, ahlaklı Müslüman yetiştirme çalışmasıdır. Devletler, milletler, topluluklar arasında bir anlaşmazlık çıktığında önce konuşarak, görüşerek, ikna ederek, doğruyu anlatarak anlaşma yoluna gidilir. Kâfir ve müşrikleri; yanlış yollarından, inançsızlıklarından, kötü düşüncelerinden, sapkınlıklarından uzaklaştırıp onları sahih İslam’a davet çalışması büyük cihattır.

Bundan sonuç alınmazsa son çare olarak savaşa girişilir. Savaş da zalimlere karşı yapılır. İslam’da zorla, savaşla Müslümanlaştırma yöntemi yoktur. Yani İslam, kılıç dini değildir. İslam’da savaş, bireylerin kendi kafalarına göre istedikleri gibi terör estirerek, kafa kol keserek, mermi sıkarak değil; ancak devlet eliyle ya saldırıyı püskürtme ya da zulmü yok etmek için yapılır. Ayetler açıktır: “Kim bir insanı cana karşılık olmaksızın ya da yeryüzünden fesat çıkarma gerekçesine dayanmadan öldürürse, bütün insanlığı öldürmüş gibi olur.” (Maide, 32)

“Kendileriyle saldırılanlara zulme uğramış olmaları sebebiyle savaşma izni verildi. Şüphe yok ki Allah, onlara yardım etmeye mutlak surette kadirdir. Onlar, başka değil, sırf ‘Rabbimiz Allah’tır’ dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile etkisiz hâle getirmeseydi, içlerinde Allah’ın ismi anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yıkılır giderdi. Allah, Kendisine yardım edenlere muhakkak yardım eder. Hiç şüphesiz Allah güçlüdür, Azizdir.” (Hacc, 39, 40)
Atasözlerimiz, yüzyıllar boyu yaşanan tecrübelerden süzülen özdeyişlerdir, hikmetli bilgelik sözleridir. Bunların mesela “Taş atana sen ekmek at.“, “İyi eden iyi bulur, kötü eden kötü bulur.”, “Zor kapıdan girerse kanun/şeriat bacadan çıkar.”, “Zorla güzellik olmaz.”, “Zorla köpek çuvala girmez.” gibi büyük bir bölümü doğrudur, gereklidir ama bazıları yanlıştır ve yanlış anlaşılmaya müsaittir. Bu bağlamda bazı atasözlerimiz, şiddeti öneren içerikleriyle zararlıdır ve kullanımdan kaldırılmalıdır. Ayrıca bunlar, yanlış anlaşılmaya da müsaittir.

Mesela “Kızını dövmeyen dizini döver.” atasözü, görünüşte şiddeti öneriyor gibiyse de aslında farklı bağlamda söylenmiş bir atasözüdür. Burada bildiğimiz dövmek değil; iyi eğitmek, terbiye etmek, disipline etmek, sorumluluk duygusu aşılamak gibi yapıcı anlamlar kastedilmiştir. Zira iyi eğitilmeyen kızlar, evlendiklerinde ailelerinde sorun çıkarabilirler.

Aynı şekilde “Kocanın vurduğu yerde gül biter.” atasözü de şiddeti çağrıştıran, kocanın karısını dövmeyi onaylayan bir anlam içeriğine sahiptir. Buna göre maalesef birçok koca, karısını döverek terbiye etmeye çalışmaktadır ki bu onaylanacak bir tavır değildir. Zira Türk kültüründe kadını, çocukları, çaresizleri, zavallıları, savunmasız insanları dövmek, onlara şiddet uygulamak yasaktır.

Mesela Türk kültürünü iyi araştırıp inceleyen büyük Türkolog Radloff, eski Türklerde erkeğin kadına dayak atmasının duyulmamış bir olay olduğunu, eşler arasında karşılıklı şefkat ve saygının olduğunu belirtir. (Nihat Nirun, Sistematik Sosyoloji Yönünden Aile ve Kültür, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih yüksek Kurumu Yay. Ankara 1994, s.23.)

“Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin.” atasözü de eski, ilkel davranış ve anlayış biçimlerinden birini yansıtır ve bu tavrın da sahih Türk kültürü ile bir alakası yoktur.

“Kocamdır, sever de döver de…” ifadesi de toplumda oldukça yaygındır. Bu yaklaşım da kadının kocası tarafından kendisine uygulanan şiddeti meşrulaştırma tavrıdır ki bunun da insanlıkla bir ilgisi yoktur ve Türk aile değerlerine taban tabana zıttır. Zira hem İslam hem de Türk kültüründe kadınlara insanca muamele, şefkat, merhamet, sevgi, saygı, güler yüz tatlı söz esastır.

Dövme işi, bize sonradan gelen bir davranış biçimidir. Biz, İslam’ı asıl kaynaklarına bağlı olarak almamız gerekirken bunu maalesef yanlış olarak toplum hayatımıza yerleştirmişiz. Eski Türk kültüründe Türk kadını, erkeği ile her alanda eşit konumda idi. Devlet yönetiminde bile hatunun söz hakkı olurdu.

Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig (1070) adlı eserinde zulme, şiddete, kötülüğe karşı daima iyiliği önceleyen beyitlere yer vermiştir. Şu örneklere bakalım:

“Ey güç, kudret sahibi, sen kötülük yapma, sözünle ve hareketinle her vakit iyilik etmeye çalış.” (5088)
“Kaba söze yumuşak cevap vermeli ve acı sözlere de tatlı sözle mukabele etmelidir.” (3426)
“Bütün halka içten gelen bir merhamet göster; daima iyilik yap ve kendin iyilik bul.” (2160)
Türk edebiyatında şiddetin anlamsızlığını, saçmalığını ve olumsuzluğunu ifade eden en güzel metinlerden biri, Lâedrî’ye aittir yani şairi bilinmeyen bir beyittir. Beyit şöyle:

“Kazarâ bir sapan taşı bir altın kâseye değse
Ne taşın kıymeti artar ne kıymetten düşer kâse”

Büyük Türk şairi Nâbi, bir beytinde şiddete karşı sağlam duruşu şöyle ifade eder:

“Düşmen-i mağrûrun olma satvetinden tersnâk
Peşşe virân-sâz-ı mağz-ı nahvet-i Nemrud olur”

(Gururlu düşmanın ezici kuvvetinden korkma. Nitekim Tanrılık iddiasında olan zalim Nemrud’un burnuna kaçan bir sinek, onu öldürerek gururunu yok eder.)

Ekonomik şiddet ise; birilerinin kayırmasıyla, eş dost ve akrabanın yardımıyla bir yerlere gelip, usulsüz ya da kanunsuz yollarla veyahut kanuna uydurup haksız kazanç elde edip ihtiyaç sahiplerini kanaat ile teselli etmektir. Bu durum her dönem karşımıza çıkıyor. Nitekim 17. yüzyılda Türk Şairi Nâbi, bu evrensel insanlık şiddetinin farkına varmış ve şöyle hicvetmişti:

“Halkın emvâlin alıp sonra teselli vermek
Füls-i mâhîyi soyup yağda pişirmek gibidir.”

(Halkın malını mülkünü, parasını pulunu alıp sonra onları fakir yaşamanın, azla kanaat etmenin sevap olduğu tesellisiyle oyalamak, balığın pullarını soyup yağda pişirmek gibidir.)

“Gûsfendânın edip kat-ı tarîk-i nefesin
Bacağından üfürüp sonra şişirmek gibidir.”

(Koyunların nefes borusunu kesip sonra bacağından üfürerek şişirmek gibidir.)
Halka şiddet uygulamanın sonuçları hakkında Yahya Bey şöyle der:

“Halkı rencide eden âlemde
Kendi rencide olur son demde”

Yine şu beyit de şiddete karşı İslam imanıyla karşı duruşu ifade eder:

“Fukara kalbine her kim dokuna,
Dokuna sinesi Allah okuna”

Sonuç olarak günümüzde bir toplumsal sorun olan şiddetin İslami, millî ve evrensel kaynaklardan yararlanarak günümüz şartlarında yeniden ele alınması ve eğitim, bilim, kültür kurumları, basın yayın organları, hukuk kurumları ve değişik kanallarla şiddeti önleyici tedbirlerin alınması kaçınılmaz bir zorunluluktur.