Şimdi yükleniyor

Nedim Gündaş’ın Hatıralarında Sarıkamış Harekâtı

108sayik 1 e1705330201987

Nedim Gündaş’ın Hatıralarında Sarıkamış Harekâtı

Türk tarihinde birçok önemli olay ve bunun ötesinde trajedi diyebileceğimiz acılar yaşanmıştır. Bunların her birini burada kaydetmemiz hâlinde, asıl konumuzun dışına çıkacağımız muhakkak. Bu yüzden, birkaç önemli olayı hatırlatmak, Türk milletinin asaletini ve istiklaline olan düşkünlüğünün bedelini göstermesi bakımından önemli olacaktır.
Destan devri tarihimizde anlatılan en önemli varoluş mücadelelerimizden biri Ergenekon’dur. Bu önemli tarih, Türk milletinin belleğinde hürriyetin meşalesi, var olmanın mücadelesi olarak yer etmiş, tazeliğini her daim sürdürmüştür. Kimi kendini bilmezler, bu destanın Cumhuriyet’ten sonra yazdırıldığı ve uydurulduğunu söylese de öncelikle bunu iddia edenlerin bilgiye ulaşma ve kullanma konusunda cehaletlerini ortaya koymanın ötesinde bir etkiye sahip olmamışlardır.
Ergenekon, yok edilmek istenen bir milletin, bir lider etrafında toplanarak güçlenmesi, birlik ve beraberliğini sağlayarak varlığını devam ettirmesinin hikâyesidir. Millî Mücadelemiz de aynı şekilde kazanılmış bir destandır. Bu da tarihin akan bir nehir ve bu nehrin her bir kıvrımında ayrı bir hikâyenin olmasına karşın, nehrin akmaya devam ettiğinin göstergesidir.
Ölümü göze alamayanlar, korkarak her an ölümü bekleyenlerdir. Türklerle ilgili yabancıların yaptıkları tespitler, hiçbir milletin bu vasıfları taşımadığını, taşıyamayacağını göstermektedir. Napolyon Bonaparte (Fransız İmparatoru), “İnsanları yücelten iki büyük meziyet vardır: Erkeğin cesur, kadının namuslu olması. Bu iki meziyetin yanında hem erkeği hem kadını şereflendiren bir meziyet vardır. İcabında tereddütsüz canını feda edebilecek kadar vatanına bağlı olmak. İşte Türkler, bu meziyetlere ve fazilete sahip kahramanlardır. Bundan dolayıdır ki Türkler öldürülebilir, lakin mağlup edilemezler.” demiştir. Bu söz, bir Türk tarafından ifade edilseydi duygusallık ve kendini beğenmişlik olarak algılanır, inanılmazdı. Ancak, Napolyon tarafından dillendirilmiş olması, Türkler hakkındaki kanaatin düşmanlarınızın zihnindeki olguyu göstermesi bakımından önemli ve değerlidir.
Hatıraların Işığında Birinci Dünya Savaşı ve Kafkas Cephesi’nde Yaşananlar Nedim Gündaş, şairlik iddiasında olmayan, şiirlerinde samimiyet ve içtenliği esas alan biridir. Onun yazdığı şiirler incelendiğinde, iki farklı tavır sergilediği görülür: Birincisi, şiirlerinde, yaşadığı devre ayna tutması, bir nevi sosyal tarihçilik rolünü üstlenmesidir. Diğeri de duygularını ve hayallerini şairaneliği düşmeden yansıtmasıdır.
Nedim Gündaş, 1912 yılında Erzurum Şenkaya ilçesine bağlı Çatalelma (Nüsük) köyünde dünyaya gelir. Gerçi Nedim Gündaş’ın doğduğu yıllarda Çatalelma (Nüsük) Sarıkamış’a bağlı olmakla birlikte daha sonra Şenkaya ilçe olunca buraya bağlandı. Babası Şevket, kendisi daha üç yaşında iken ölür. Onun ölümü ailede büyük bir yıkıma neden olur. Annesi Hünkâr Hanım, yetim kalan dört çocuğunu çok büyük sıkıntı ve zorluklara göğüs gererek büyütür.
Nedim Gündaş, yaşadığı günleri anlatmakla kalmaz; gözlemlerini, duyduklarını ve öğrendiklerini de dile getirir. Uzun yıllar bu emektar öğretmen, halkı eğitmek ve bilgilendirmek kaygısının bir sonucu olarak, bilinenleri farklı bir gözle tekrarlamaktan çekinmez. Hatıralarından ve şiirlerinden oluşan defterine şöyle bir not düşer:
“Birinci Cihan Harbi’nin içinde yaşadığım günleri ve tarihleri anlatan dedem Hamit Ağa’dan işitip öğrendiklerimi not ettim. Bunları defterime özet olarak kaydettim.”
Kars ili Sarıkamış ve Selim ilçelerinin sınırları içerisinde yer alan Allahuekber Sıradağları ve burada yaşananları birçok bakımdan ele alıp değerlendirmek mümkündür. Konu ile ilgili yüzlerce kitap, makale, film ve belgesel yapılmış, her biri meseleye farklı pencerelerden yaklaşmıştır. Bunların hemen tamamının ortak olduğu nokta, burada binlerce askerimizin tek kurşun atmadan şehit olmasıdır. Bu şehadet, vatan savunması için yola çıkan Mehmetçiğin, düşmanın karşısında değil, doğanın acımasızlığına yenik düşmesi ile farklı bir anlam kazanmaktadır.
Birinci Cihan Harbi, 28 Haziran 1914 yılında, Saraybosna’da Macaristan veliahtı Arşidük Franz Ferdinand ve eşi Arşidüşes Sophie’ye yapılan suikast üzerine ilan edilen bir savaştır. Savaşın ilan edilmesinden sonra, önce tarafsız bir politika izleyen Osmanlı Devleti, daha sonra bir oldubitti ile bu savaşa dâhil olur. Ruslar, Sarıkamış ve Erzurum istikametinde ilerlemeye başlar. Bu ilerlemeyi 3. Ordu durdurur ve Köprüköy’de (6-9 Kasım 1914) Ruslar yenilgiye uğratılarak geri çekilmek zorunda kalır. Bunun üzerine Enver Paşa bölgeye gelerek ordu komutanlığını devralır. Orduyu üç tümene ayırarak taarruza geçip Ruslara kalıcı bir darbe indirmek ister. Ancak Enver Paşa, 22 Aralık’ta başlattığı ve 1915 Ocak başına kadar süren bu taarruzda büyük kayıpların verilmesine neden olur. İşte Sarıkamış Harekâtı olarak tarihe geçen bu dönemde yaşananlar, dönemin yaşayanlarından elde ettiği bilgileri bize nakleden Nedim Gündaş’ın hatıralarına şöyle yansır:
“Rus Devleti hudutlardan askerini geri çekmiş. Osmanlı Padişahı, Enver Paşa’yı Trabzon’dan Erzurum’a ve Doğu Cephesi’nden üç tümenle Rusların üzerine göndermiş.
Enver Paşa, Erzurum’da ordusunu üç koldan harekete geçirmiş. Bir kolu Pasinler Aras Nehri kıyısından; diğer bir kolu da Göle, Ardahan tarafından hareket etmiş. En çetin olan orta cepheyi de Enver Paşa kendisi almış. Enver Paşa’nın niyeti, Soğanlı Dağları’nı aşıp Rusların hiç haberi olmadan bütün birliklerle Kars’ta birleşecekmiş.”
Çok güzel ve bitirici bir harekât planı olarak tasarlanan bu taarruz harekâtında, gözden kaçan küçük detaylar, büyük felaketlere neden olur. Bu detayların başında mevsim şartlarının hesap edilmemesi ilk sırada gelmektedir. Nedim Gündaş, bu hususlara dikkat çekmek üzere hatıralarına şöyle devam eder:
“Enver Paşa Oltu’dan gelip karargâhını (Bardız) Gaziler nahiyesinde kurar. 1915 Ocak ayında bölgede o güne kadar çok nadir görülen çok kar yağmış. Karın yanında bölgeye has sert ve soğuk bir hava var. Yöre halkının kanaati, ordunun, Hünkârın Düzü ve Soğanlı Dağları’nı aşıp Kars’a ulaşmasının mümkün olmayacağı yönündedir.
Yörenin ileri gelenlerinden Molla Habip Efendi, Molla Emin ve Hafız Efendiler Enver Paşa’nın huzuruna çıkarak, bu çetin kışta ordunun gitmesinin çok güç olacağını anlatırlar. ‘Paşam, bu şartlarda askerimizi yola çıkarırsanız çok telef olur. Mehmetçik soğuktan kırılır. Birkaç ay durun da baharda dağlar yol verir. O zaman inşallah zaferi kazanırsın.’ Paşa’nın ikna olmadığını gören Hafız Efendi biraz ısrar edince, Enver Paşa onu tersler. Bir ordu komutanına akıl verilmesinden rahatsız olur. Bunun üzerine heyette
bulunanlar:
‘Paşam, biz bu memleketin insanıyız. Size tecrübelerimizi aktarmak istedik. Onun için size ricada bulunmaya geldik. Askerimize bir zarar ziyan gelsin istemiyoruz. O zaman Allah işini kolay etsin, emir senindir.’ demişler ve huzurundan ayrılmışlar.”
Bu hatıradan, Enver Paşa’nın coğrafya bilgisinin yetersiz, bölge şartlarından ve konumundan habersiz, yalnız askerî plan ve stratejileri uygulamada kararlı biri olduğunu anlıyoruz. O, zafere ve hedefe odaklandığından, olabilecek riskleri ve bu risklerin oluşturacağı büyük etkileri çok hesaplamamış. Sonuç itibarıyla zayıf düşmüş, Ruslara son darbeyi vurmanın inancı ile birçok şeyi göz ardı ederek bu harekâtı başlatır. Nedim Gündaş, hatırasının devamında bu durumu şöyle nakleder:
“Sonuçta Enver Paşa, kılavuz olarak Çatalelma (eski adı Nüsük) köyünden Mürsel ve Göreşken köyünden Kurban ve Ali ismindeki kahramanları alarak Soğanlı Dağları’nı yara yara, Sarıkamış Dikenli Tabya denilen tepelere ulaşır. Ama soğuktan donan askerin sayısı belli değil.”
Enver Paşa’nın inadı sonunda bu dağlarda donarak şehit olan Mehmetçiklerin sayısı konusunda birbirinden farklı değerlendirmeler olsa da burada sayının değil, şehit düşenlerin önemini tartışmak daha doğru olacaktır. Çünkü onlar, tıpkı Ergenekon’da ve benzeri tarihî dönemlerde sıklıkla yaşandığı üzere vatan davasına çıkmış ve kendilerini feda etmekten çekinmeyenlerin simgeleridir. Yüreklerindeki korkusuzluk ateşini, bedenlerini saran soğuğun acımasızlığı söndürür. Nedim Gündaş, hatıralarının devamında şunları dile getirir:
“Ordu, Sarıkamış ve Selim’e iner. Fakat öncüler, düşmanın Sarıkamış ve Selim’e inildiğinden hiç haberinin olmadığını bildirirler. Enver Paşa, Pasinler’den ve Göle’den gelen diğer birliklerden bir türlü haber alamaz. Birlikler arasında muhabere kesilir. Bunun üzerine Enver Paşa, Sarıkamış ve Selim’de bulunan askeri, Rus taarruzundan kurtarmak için geri çekmeyi düşünür. Sarıkamış’tan askeri geri çekmenin yanlış olduğunu anlayan Enver Paşa, ertesi gün ikinci bir defa Sarıkamış’a hareket emri verir. Asker, Sarıkamış’a hareket eder.”
Enver Paşa, Rusları gafil avlamak, onların haberi olmadan darbe indirmek niyetindedir. Böylece Ruslar geri çekilme fırsatını elde edemeden imha olup teslim alınacak, bu da savaşta ittifakın ve dolayısıyla Türklerin hanesine zafer olarak kaydolacaktır. Ancak Ruslar, harekâttan haberdar olur ve gerekli hazırlıkları yaparak savunma ve taarruz planına geçerler. Nedim Gündaş, bu durumu şöyle nakleder:
“Ruslar, bu harekâttan haberdar olur ve Karakurut Nahiyesinde bulunan kuvvetlerini gece Sarıkamış’a çeker. Sarıkamış’ta oluşturdukları muazzam askerî kışlaların pencerelerine ağır makineli silahlarını kurup beklemeye başlarlar. Bunlardan habersiz olan Türk askeri, iki yüz metre sonra ormandan çıkar çıkmaz Rus askeri, makineli tüfeklerle ateşe başlar. Türk askeri, ilerleme imkânını bulamaz. Zaten önemli bir kısmı da donar. Doksan bin askerimiz, Allahuekber ve Soğanlı Dağları’nda şehit olup gider.”
Rus birlikleri, Türk askerinin mühimmat ve lojistik durumundan yeterince haberdar olmadıkları için kendilerince tedbir alırlar. Onların en fazla korktuğu Türk toplarıdır. Bu yüzden Sarıkamış’ı bir sığınma mekânı olarak görürler. Nedim Gündaş, hatıralarında bu hususa şöyle temas eder:
“Rus generalleri, ‘Akmezar Dağı’nda Türk’ün topları varsa, Sarıkamış’tan hiç çıkmayalım.’ düşüncesindedirler. Rus öncü birlikleri, Türklerin ellerinde topunun olmadığını bildirince Rus orduları Erzincan Refahiye’ye kadar ilerliyor.” Akmezar Dağı, Soğanlı Dağları’nın güneybatısına doğru yükselmiştir. Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail Seferi’nden gelirken ordusu Soğanlı’da on beş gün dinlenmiş, Yavuz’un dinlendiği bu bölgenin adı günümüzde Hünkâr Düzü olarak kalmış. Burada bulunan pınarın adı da Padişah Pınarı olarak anılmıştır.”
Bahsedilen hatıralar ve bunların arka planında yer alan tarihsel süreç, dönemin vesikalarında bir şekilde yer almakta ve nakledilmektedir. Burada bahsi geçen hatıralar ise, meselenin içinde doğrudan yer alan ve dönemin şahitlerinin naklettikleri olduğu için kıymetlidir. Onlar, bu şühedanın mekânında doğup büyümekten ötürü her zaman gururlu hissetmişler ve onlara layık olmak için de ömürlerini vakfetmişlerdir.