Şimdi yükleniyor

Milletlerin Ortak Hafızası: Müzeler

86 nihat malkoc

Milletlerin Ortak Hafızası: Müzeler

Müzeler, Toplumların Ortak Hafızası Hükmündedir


Hayatımızda çok önemli bir yeri olan “müze” kelimesinin kökeni, Grekçede kullanılan “mouseion” (museyon)’a dayanır. Müze, TDK Sözlüğü’nde “Sanat ve bilim eserlerinin veya sanat ve bilime yarayan nesnelerin saklandığı, halka gösterilmek için sergilendiği yer veya yapı.” olarak tanımlanmaktadır. Oysa günümüzde müzecilik anlayışı bunun ötesinde; ziyaretçi ile karşılıklı ilişki kurma, dayanışma, paylaşma ve iş birliği esasına dayanmaktadır. Genel geçer tanıma göre müzeler, “tarihî-arkeolojik eserlerin ve tabiattan toplanmış nesnelerin teşhir edildiği mekânlar, tabii parklar, nebatat ve hayvanat bahçeleri, akvaryumlar ve halkın ziyaretine açık biçimde düzenlenmiş tarihî ören yerleri”dir.


Müze deyip de geçmemek lazım. Toplumların hafızası mesabesindeki müzeler, kadim kültürel mirasın korunduğu ve gelecek nesillere aktarıldığı müstesna mekânlardır. Toplumların ortak belleklerini yansıtan müzeler, geçmişle gelecek arasında köprü vazifesi de görürler. Müzeler, yaşanmışlıkları âdeta donmuş bir kalıp hâlinde meraklılarına sunarlar.


Dünya tarihinde müzeciliğin geçmişi çok eskilere dayanır. Tarihte ilk müzenin Antik Çağ’da Atina Akropol’ündeki Propylaia’nın bir salonunda Pinakotheka (resim deposu) adıyla kurulduğu tahmin edilmektedir. O zamandan bugüne kadar bu alanda çok büyük adımlar atılmış, çağdaş müzecilik anlamında çok büyük yollar ve merhaleler kat edilmiştir.


Dünyada müzecilik çalışmaları çok eskilere dayansa da bizde, o nispette eski değildir. Türkiye’de mekân anlamında müzecilik çalışmalarına XIX. yüzyılın ikinci yarısında başlanmıştır. Gerçek anlamda Türk müzeciliğinin temeli, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin temelini de oluşturan Mecma-ı Âsâr-ı Atîka’ya (Eski Eserler Koleksiyonu) dayanmaktadır. Padişah Abdülmecit’in 1845 yılında Yalova’ya gerçekleştirdiği gezi sırasında gördüğü Doğu Roma yazıtlarını İstanbul’a naklettirmesi üzerine eserler, 1846 yılında Osmanlı Devlet adamı Ahmet Fethi Paşa tarafından o güne kadar silah deposu (Harbiye Ambarı) olarak kullanılan Aya İrini’de toplatılmaya başlandı. Müze, Mecma-i Esliha-i Atîka ve Mecma-ı Âsâr-ı Atîka olmak üzere iki bölüm hâlinde düzenlenmiş, kuruluşu, daha eski dönemlere dayanan Mecma-i Esliha-i Atîka bölümü, Harbiye Askeri Müzesi’nin temelini oluşturmuştur.
Müzeler, dünü bugünde yaşatan canlı mekanizmalardır. Bu yönüyle maziyi yaşatma işlevi gören müzelerin çok mühim vazifeleri vardır. Kültürel varlıkları koruma ve gelecek kuşaklara miras bırakma işlevlerini yerine getiren müzeler, içerdikleri materyallere göre değişik sınıflara ayrılır. UNESCO’nun 1958 tarihli Brezilya Bölgesel Semineri’nde belirlenen gruplamaya göre müzeler, ilgili oldukları bilim dallarına göre şu şekilde sınıflandırılmıştır: “Sanat Müzeleri, Modern Sanat Müzeleri, Arkeoloji-Tarih ve Kültürel Miras Müzeleri, Etnografya ve Folklor Müzeleri, Doğa Tarihi Müzeleri, Bilim ve Teknoloji Müzeleri, Bölge Müzeleri, Uzmanlık Müzeleri, Üniversite Müzeleri”.


Müzelerin Koruma, Araştırma ve İletişim İşlevleri


Müzeler, toplumların uzun zamanda ürettikleri müstesna değerleri muhafaza ederler. Sadece muhafaza etmekle kalmazlar, bunların teşhir edilmesine de vesile olurlar. Bu nedenle müzeler, toplumlar için çok önemli yerlerdir. Âdeta toplumun paydası hükmündedirler.


Müzelerin; koruma, araştırma ve iletişim olmak üzere üç temel toplumsal işlevi vardır. Müzelerin temel işlevlerinden ilki, koleksiyonları korumak ve onları meydana getiren nesnelerin gelecek nesillere aktarılmasını sağlamaktır. Bu, sanıldığı gibi kolay bir iş değildir. Zira korumak derken sadece çalınmaya karşı korunmayı kast etmiyoruz. Mevcut koleksiyonun, uygun şartlarda ve azamî bir ömür sürecek şekilde yaşatılmasını da kast ediyoruz. Bu hususta nem, sıcaklık, kirlilik, ışık, biyolojik faktörler, afetler ve insan kaynaklı etmenler önemli tehlikeler arz eden faktörlerdir. Bunları bertaraf etmek mecburiyetindeyiz.
Müzelerdeki işlevlerin bir diğeri de araştırmadır. Müzelerde araştırma işlevine ilişkin olarak müze bilimciler ya da müze uzmanları tarafından saptama ve değerlendirmeler yapılmalıdır. Nesneleri ve nesnelerin oluşturdukları koleksiyonları araştırmak müzelerin temel görevlerindendir. Koleksiyonlar hakkındaki bilgileri geliştirmek ve anlaşılır kılmak gerekir. Araştırma ile nesneler hakkındaki bilgiler geliştirilir, yeterli ve anlaşılır düzeye getirilir.


Müzelerin sağlıklı işleyebilmeleri ve işlevlerini layıkıyla gerçekleştirebilmeleri için güçlü bir iletişime ihtiyaçları vardır. Müzeler bu konuda içinde bulunduğu şehrin temel dinamiklerinden hakkıyla yararlanmalıdır. Üniversitelerin ilgili kadrolarından istifade etmelidir. Halkla arasında güçlü iletişim vasıtaları gerçekleştirmeli, mevcut duvarları yıkmalıdır. Müzenin diğer kurum ve kuruluşlarla; hatta halkla birlikte var olduğu şuuru canlı ve diri tutulmalıdır. Kapısını özellikle okullara ve öğrencilere ardına kadar açmalıdır.
Müze açmak sanıldığı kadar kolay bir iş değildir. Bir müzeyi meydana getirebilmek için öncelikle çok iyi bir alan araştırması gerekir. Bu işin ehil ve yetkin insanlar tarafından yapılması elzemdir. Onun bir ileri aşaması da doğru ve güvenilir objelerin toplanmasıdır.


Cumhuriyet’ten Bugüne Müzelerin Serencamı


Müzeler, zamanın geriye sarıldığı müstesna mekânlardır. Tarihimizi ve geçmiş kültürleri hakkıyla ve layıkıyla öğrenmek için müzelerden etkin bir biçimde faydalanılmalıdır. Bu arada müzeler, millî kimliğin güçlü bir şekilde inşa edilmesinde etkin bir roldedirler.


Cumhuriyet döneminde yapılan ilk müze binası, 1930’da ziyarete açılan Ankara Etnografya Müzesi’dir. 1925’te çıkarılan kanunla kapatılan tekke, türbe ve zaviyelerdeki eşya ve eserlerin çoğu Ankara’daki bu müzede sergilenmeye başlanmıştır. Günümüzde aralarında Avrupa’da yılın müzesi ödülünü de kazanmış, 205’i Kültür Bakanlığı’na bağlı, 260’ı ise Kültür Bakanlığı denetiminde özel müze olmak üzere toplam 465 müze bulunmaktadır. Sevindirici olan şu ki, bu rakamlar her geçen gün daha da artmaktadır. Bu sadece kemiyet olarak kalmamakta, müzelerimizin keyfiyeti de Avrupa’daki emsalleriyle yarışır konuma gelmektedir. Bununla beraber günümüzde müzelerimiz mekân ölçeğinde eski eser teşhir alanı olmaktan çıkarak, Batılı örneklerinde olduğu gibi birer eğitim alanı hâline dönüşmüştür.


Müzelerin; toplumların kültürel değerlerini toplamak, korumak ve sergilemek gibi önemli vazifeleri vardır. Müzeler, sahip oldukları eşsiz koleksiyonları milletin istifadesine sunarlar. Bu faaliyetler neticesinde hem günümüze hem de yarınlarımıza ışık tutarlar.


Son yıllarda Türkiye’de müzecilik çalışmaları Batı’yla yarışacak düzeyde, ileri boyuttadır. Bunu hem kamu hem de özel sektör tarafından açılan müzeler için söyleyebiliriz.


Müzeler, Eğitim Öğretim Hayatının da Önemli Birer Parçasıdır


Müzeler sadece tarihî eserlerin sergilendiği klasik mekânlar değil, aynı zamanda ciddi ve etkili öğrenme ortamlarıdır. Müzeler bu hususta okullarla ve kütüphanelerle boy ölçüşecek düzeyde ve yeterliliktedir. Zira müzelerde, yerinde ve aktif öğrenme söz konusudur. Müzelerde öğrenci, nesneleri yerinde görmekte ve onlara temas edebilmektedir. Bu da somuttan soyuta yönelik öğrenmenin kapılarını ardına kadar açmaktadır. Buna, kişinin mevcut ortamlarda arkadaşlarıyla sosyalleşmesini de eklediğimizde bunun önemi daha iyi anlaşılır.


Müzeler, sergi alanı olmanın dışında, eğitme ve bilgilendirme işlevi de görmektedirler. Bu öğretme işlevi, gelişmiş Batı ülkelerinde yoğun olarak kullanılmaktadır. Bu mekânlar öğrencilerin merak ve heyecanlarını kamçılayarak zihinlerinin ufuklarını açmaktadır.


Bulunduğu şehre soluk veren müzeler, aktif ve canlı öğrenme ortamlarıdır. Müzelere dilediğimiz anda ve dilediğimiz sayıda gidebiliriz. Oralara her gidişimizde daha farklı şeyleri fark ederiz. Bize hayatı, bazen parçalar bazen de bir bütün hâlinde sunarlar. Oralarda görerek (gözlemleyerek), işiterek ve yaşayarak (tatbik ederek) öğreniriz. Bu anlamda müzeler, halk için güçlü ve etkili yaygın eğitim kurumlarıdır. Her birinin öğrenmede pozitif etkileri vardır.


Müzelerde öğrenme etkinliği, simülasyonlar üzerindeki öğrenmeye benzemez. Çünkü burada gerçek objeler vardır. Simülasyon her ne kadar gerçeğe benzese de öğrenen kişi onun gerçek olmadığını bilir. Bu yüzden de gerçek objeler gibi gerçekçi ve etkili olamaz.


Dört duvar arası diyebileceğimiz sınıflarda öğrenmeyle gerçek nesnelerin yer aldığı müzelerde öğrenme faaliyeti bir değildir. Sınıflarda öğrendiklerimizin çoğu ezbere dayandığı için kısa zamanda unutulurlar. Oysa müzelerde, duymaktan ziyade görmek ve dokunmak söz konusu olduğu için bu yolla öğrenme çok daha etkili ve uzun vadeli bir kalıcılığa sahiptir.


Sınıfta Çanakkale Savaşları’nın önemini ve orada canları pahasına savaşan şanlı askerlerimizin kahramanlıklarını anlatmak için onlarca saat ayırmanız, bir saatlik Çanakkale Müzesi ve Çanakkale Abidesi ziyaretinden daha etkili değildir. Osmanlı Devleti’nin bütün dönemlerini yansıtan Topkapı Sarayı ziyareti, onlarca saatlik tarih dersine bedeldir. Zira insanların okuduklarının yüzde onunu, duyduklarının yüzde yirmisini, gördüklerinin de yüzde otuzunu hatırladıkları bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Bu oran hem görüp hem de duyma ile yüzde elli seviyesine; görüp, duyup, söyleyerek yüzde seksen seviyesine çıkmaktadır. Bunlara bir de dokunma eklendiğinde hatırlama oranı yüzde doksan seviyesine ulaşabilmektedir.


Müzeler, Ait Oldukları Milletlerin Aynası Hükmündedir

Müzeler; doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneyiyle medeniyetlerin aynasıdır. Louvre, Metropolitan, Topkapı, British Museum, Prado gibi müzeler insanlığın ortak zenginliğidir. Bunlar geçmişten bugüne insanlığın kadim macerasını göz önüne sererler. Medeniyetler arasındaki bağları gösterirler. Milletlerin kültürel ilişkilerine ayna tutarlar.
Müzeler ayrıştırıcı değil birleştirici rol oynarlar. Başka milletleri daha doğru ve yeterli düzeyde anlamak için müzelerden faydalanabiliriz. Zira müzeler, milletlerin ön yargılarını bertaraf ederler. Uzun yıllar boyunca örülen duvarları yıkarlar. Kaynakları farklı olsa da kültür ve medeniyetleri birbirine yaklaştırırlar. Yerel değerlerle evrensel değerlerin aynı potada erimesini sağlarlar. Bizleri var eden kültürel mirasın kaybolmasına engel olurlar.
Müzeler, bir kısım tarihî ve kültürel eserlerin bir araya getirildiği yerler olmanın ötesinde bir zihniyetin sergilendiği, zamanın dondurulduğu ve doldurulduğu sıra dışı yerlerdir. Müzeler içlerinde sadece belli başlı objeleri değil birbirinden ilginç hikâyeleri de barındırırlar. Bu hikâyeler ait oldukları milletlerin maceralarına ışık tutarlar.
Müzeler, ait oldukları milletlerin kültürlerini muhafaza ederek, onların ortadan kaybolmalarına engel olurlar. Müzeler, bir anlamda mensup oldukları milletlerin kara kutularıdır. O kara kutuların içerisinde bir milletin acı tatlı hatıraları ve topyekûn hayatı vardır. Bu yönüyle bağlı oldukları milletlerin birlik ve beraberliğini sağlayan ve pekiştiren sigorta hükmündedirler.


Müzeler, milletlerin kadim değerlerinin korunmasında ve geleceğe aktarılmasında önemli görevler üstleniyor. Bunun içindir ki günümüzde çağdaş devletler müzeciliğe çok önem veriyor. Kültürel değerleri geleceğe bu yolla daha ucuz ve kısa sürede taşıma imkânı buluyorlar. Öte yandan müzeler, insanların ve medeniyetlerin birbirini anlamasında ve kabullenmesinde önemli faydalar sağlıyor. Yine müzeler, çocukların empati ve hoşgörü kültürünü de pekiştiriyor. Onların ufkunu açarak sağlıklı iletişim kurmalarını sağlıyor.


Modern müzeler; sergi ve konferans salonları, kütüphaneleri, alışveriş alanları, bahçeleri ve kafeteryaları ile bir bütünlük arz ederler. Bu noktada müze deyince aklımıza gelen kavramlardan biri de “yaşayan müze” ifadesidir. Yaşayan müzeler, adı üzerinde halk mirasını ve yöresel kültürü devam ettiren müzelerdir. Buralarda toplumsal tarih ve geleneksel yaşam biçimleri temsil edilir. Buralar bu yönüyle bir çeşit açık hava müzesi konumundadır.


Kültür ve medeniyetlerin mihenk taşı olan müzeler, dünya mirasının korunduğu ve teşhir edildiği yerlerdir. Bu mekânlarda sanattan bilime, tarihten edebiyata, antropolojiden etnografyaya kadar geçmişe ait ne varsa ziyaretçilere sunulur. Bunlar zaman içerisinde etkili bir biçimde nesilden nesile aktarılır. Müzeler; antropoloji, sanat tarihi, tarih, endüstri, sanat, çevre gibi farklı bilim dalları için eşi benzeri olmayan zengin kaynaklar hükmündedir.