Şimdi yükleniyor

II. Dünya Savaşı’nda Yugoslavya’da Kurulan Gizli Türk Teşkilatı: YÜCEL

106sayik 3

II. Dünya Savaşı’nda Yugoslavya’da Kurulan Gizli Türk Teşkilatı: YÜCEL

Ben henüz küçük bir çocuk iken, Yücelcileri annem ağlayarak anlatırdı. İdam edilen şehitlerimizin annelerinin, üzüntülerinden saçlarının bir gecede beyazladığını yine annemden öğrendim. Üsküp kelimesi geçtiğinde bu, benim annemin ağlaması demekti. “Niye anne, niye göç ettiniz?” dediğimde aldığım cevap “Duramazdık oğlum, mecburduk! Gavurun elinde artık yaşayamazdık!” olmuştu. Teşkilat mensuplarının idamıyla akabindeki baskı ve zulüm politikaları, Üsküplü bir aile olan dedemi, anneannemi ve annemi etkilediği gibi 1954-1970 arasında iki yüz bine yakın insanımızı etkileyen bir göç sürecini de tetiklemişti.

Balkanlardan Zorunlu Göçler ve Siyasi Yapı
Yücel Teşkilatı’nı anlatmadan önce, Türklerin Rumeli’den sürgün edilmesi veya diğer bir tabirle geri çekilişleri olan göç sürecini kısaca izah etmek gerekir. Osmanlının Rumeli’deki ciddi manadaki en önemli kaybı ve en büyük göç, 1877- 78 Osmanlı Rus Harbi’dir. Bu savaş neticesinde Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsızlıklarını kazanmış ve yarı bağımsız Bulgaristan Prensliği ortaya çıkmıştır. Yarım milyondan fazla insan bu savaşta Rus ve Bulgarlar tarafından katledilmiştir. Bu önemli toprak kayıpları ve moral çöküntüsü neticesinde 1.5 milyon Müslüman da Rumeli ve Anadolu’nun çeşitli yerlerine zorunlu göçe mecbur edilmiştir. 1912 Balkan Harbi’ne kadar göçlerin ardı arkası kesilmemiş ve devam etmiştir. Tarihimizin en acı sayfalarından olan ve iki ay gibi bir zaman zarfında Rumeli’deki bütün topraklarımızı kaybetmemizle sonuçlanan bu harp neticesinde akıl almaz katliamlar, soğuk, hastalık, açlık ve göç yollarındaki olumsuz şartlar sebebiyle 600.000 Müslüman can vermiş ve 400.000 kadarı Anadolu’ya göç ederek muhacir olmanın zorluklarıyla baş başa kalmıştı.1
Balkan Harbi’nden sonraki dönemde Kosova, Makedonya, Batı Trakya, Rodoplarda kalan Türkler için zor günler başlamıştı. Ağır vergiler, eziyetler, soygun, öldürme ve her türlü baskıyla karşılaşan Rumeli insanı için göç artık kaçınılmazdı. 1923-1938 yıllarında Romanya’dan 115.000, 1923-1949 yılları arasında Bulgaristan’dan 220.000, 1923- 1945 yılları arası Yunanistan’dan ise 400.000 kişi Türkiye’ye göç etti. 1923-1933 yılları arasında ise Yugoslavya’dan 110.000 insanımız ana vatan Türkiye’ye göç etti. II. Dünya Savaşı yılları ve 1952’ye kadar olan dönemde ise göçler durdurulmuş ve hatta yönetim tarafından engellenmiştir.2
1937 yılında Yugoslavya’da, ileride Yücel Teşkilatı’nın başkanı olacak Şuayb Aziz ve idealist Türk gençleri, yaklaşan savaş tehlikesi ve muhtemel gelişmeler hakkında sık sık fikir alışverişinde bulunuyorlardı. Çünkü yaklaşan dünya savaşından öte Titocular (destekçileri Stalin’di) ile Kraliyet taraftarı Mihaylovistler (İngilizler destekliyordu) arasındaki mücadele had safhaya çıkmış ve kim galip gelirse gelsin bu durumdan Türkler ve Müslümanların zarar göreceği anlaşılmıştı.
Şuayb Aziz, Balkanlardaki Stalin tehlikesinin farkındadır. Çünkü İngilizler ile iş birliği yapan Stalin, savaş sonrasında Müslümanları Balkanlardan silme planları yapmaktadır. Bu gelişmeler ışığında gerek Yugoslavya ve gerekse diğer Balkan ülkelerindeki Müslümanların kaderi Almanya’nın atacağı adımlara bağlıydı. Almanya, Güneydoğu Balkanları emniyete almadan Ruslara saldırmak istemez. Bu yüzden buradaki Türk ve Müslümanların dostluğunu kazanmaya çalışacaktır, diyerek ileri görüşlülüğünü ispat ediyordu.3
Yücel Teşkilatı’nın Kurulması
Teşkilatın çekirdeği II. Dünya Savaşı’nın o karanlık 1941 yılında Türklerin millî varlıklarını, manevi değerlerini, örf-âdet ve geleneklerini korumak ve yaşatmak üzere kurulmuştur. Teşkilatın kurulmasındaki en önemli sebeplerden bir tanesi de Vardar Makedonyası’nın, Almanya’nın müttefiklerinden olan Bulgaristan’a bırakılmasıydı. Bulgarlar idareyi ele geçirdikleri her dönemde Türklere karşı olan aşırı düşmanlıklarıyla tanınmışlardır. Teşkilat, Yugoslavya topraklarındaki siyasi gelişmelerin neticesinde Türk tarihine, Türk kültür ve ananelerine daha sıkı sarılmak istikameti ve ana
fikrinde gelişmiştir. Bu noktada Türk milliyetçisi gençler arasında Türkiye’den getirtilen eserler ile millî şuur yayılıyordu. Başta Atatürk’ün Nutku olmak üzere, Mehmet Âkif’in Safahat’ı, Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul, Namık Kemal ve Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirleri en çok okunan eserlerdi. Gençler arasında âdeta bir ayaklı kütüphane kurulmuştu. Eserler, elden ele geziyordu.4 Gittikçe genişleyen teşkilat, 1943 yılında Üsküp’te bulunan Türk Konsolosluğu ve Konsolos Vekili Emin Vefa Gerçek ile irtibata geçti. Yücel mensupları, II. Dünya Savaşı’nın sona erip bölgeye komünizmin hakim olmasıyla birlikte, yeni idareden Türklerin lehine birtakım haklar koparmaya çalışmış ve bu gayeyle komünist organlara kendi adamlarını yerleştirmiştir.

Teşkilata Ad Verilmesi
1944 yılında teşkilata Yücel adı Şuayb Aziz tarafından verildi. 1945 yılında konsolosluk aracılığıyla Belgrad Büyükelçiliği ve Büyükelçi Kamil Koperler ile temasa geçildi. Yugoslavya’da yaşayan
Türklerin haklarını korumak isteyen bu Türk gençlerinin, danışma amacıyla T.C. Büyükelçiliği ile yaptıkları bu görüşmeler, sonraları başlarını yakmıştı. Teşkilatın tüzük maddelerini ve iki sayfalık ön sözünü bizzat Başkan Şuayb Aziz Efendi kaleme almıştır.

Kurucuları ve Üyeleri
Teşkilatın ilk çekirdeği, Kemal Rasim Günsever’in evinde toplanmıştır. Bilindiği kadarıyla Şuayb Aziz, Şerafeddin Ferid, Nazmi Ömer, Muzaffer Ahmed, Fettah Süleyman Pasiç ve Mehmed Dalip adlı Türk gençleri kurucu üyelerdi. Teşkilatın başkanı olan Şuayb Aziz, Ankara’ya gidip üniversitede hoca olarak görev yapmak üzere anlaşmışken Üsküp’e gelmiş ve savaşın çıkıp sınırların kapanması üzerine bir daha Türkiye’ye geri dönememiştir. Çiftçilik yaparak hayatını idame ettirmiştir. Teşkilatın diğer önemli ismi olan Nazmi Ömer, Belgrad Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. Üsküp’te Tefeyyüz ve Türk öğretmen okulunda öğretmenlik yapıyordu. Tito rejimi sırasında Üsküp İdare Mahkemesi Genel Sekreterliği görevini yürüttü. Teşkilatın genel sekreteri Şerafeddin Ferid, Fransızca öğretmenidir. Kısacası teşkilat eğitim seviyesi yüksek, münevver, ahlak ve fazilet sahibi Türk gençlerinden oluşuyordu. T.C. Dışişleri Bakanlığı belgelerine göre bir ara köylere kadar nüfuz eden Yücelcilerin sayısı 500 civarındaydı. Ancak elli kişi kadar faal azası vardı.
Bir taraftan Arnavutlaşma, bir taraftan komünizme karşı Türkleri koruma hedefiyle faaliyetlerini sürdüren Yücelciler ne Türkiye ne de başka bir devletten hiçbir destek almamalarına rağmen faaliyetlerini sürdürmüşlerdi.5

Teşkilat Yapısı
Teşkilata girildiği zaman “Kur’an, Bayrak ve Tabanca” üstüne yemin edilirdi. Teşkilat yapısı olarak gizliliğe dikkat ettikleri ve genel katılımın olduğu zamanlarda içlerinde casusların da bulunabileceği ihtimalini göz önünde bulundurarak faaliyetleri hakkında konuşmama yoluna gittikleri bilinmektedir. 1945 yılında Belgrad’daki Türk Büyükelçiliği’yle temas sağlandıktan sonra 7 kişiden ibaret olan Merkez Komitesi kurulmuştu. Buna göre Merkez Komitesi; Başkan Şuayb Aziz İshak, Veznedar Ali Abdurrahman Ali, Sekreter Şerafettin Ferit Süleyman, Üyeler Refik Şerif Mehmet, Kemal Rasim İlyas, Fettah Salih Süleyman Pasiç, Abdülkerim Ethem İbrahim adlı münevver gençlerden oluşmuştu.

Faaliyetleri
Yücel mensupları yeni Türk harfleriyle ilk Türk gazetesi olan ve hâlen yayınlanmaya devam eden Birlik gazetesinin ilk sayısını 23 Aralık 1944 yılında çıkarmıştır. Önceleri logosunun yanında minare sembolü olan gazete idaresi daha sonra komünistlerin eline geçmiş ve Yücel mensuplarının gazete ile alakaları kesilmiştir. Üsküp Radyosu’nda ilk Türkçe yayını ve Türkçe eğlence programlarını Yücelciler düzenlemiştir. Teşkilat, ilk Türk öğretmen kurslarını organize etmiş, bu kurslarda Türkçe dersleri dâhil birçok ders vermiş, sayısız öğretmen yetiştirmişti. Makedonya’nın en iyi öğretmenlerini teşkil eden birçok üyesi, içinde Türklerin bulunduğu en ücra köylere kadar giderek bu okullar için ilk Türk alfabesini, ilk okuma kitaplarını ve daha birçok kitapları da hazırlamıştır. Hatta cezaevinde tutuklu bulundukları süre içinde bile Üsküp Türk Tiyatrosu için birçok tiyatro eserini Türkçeye çevirmişlerdir. Bütün bu faaliyetlerden öğretmenlik haricindekiler ücretsiz ve karşılıksız yapılmıştır. Böylece Makedonya Türklerini, Komünizm ideolojisinden korumuş, onlar arasında Atatürkçülüğü yaymış ve Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı sevgiyi artırmaya çalışmıştır. Bulgarların Üsküp’ü istila ettiği ve güvenliğin bulunmadığı karışık dönemde Türkiye Cumhuriyeti’nin Üsküp Konsolosluğu’nun güvenliğini Yücel Teşkilatı’na mensup gençler üstlenmişlerdi.

Yücel Teşkilatı Üyelerinin Yakalanma, Sorgulanma ve Mahkeme Süreçleri
Ağustos-Eylül 1947’de Yücel Teşkilatı’nın birinci grubunun fedakâr gençleri tek tek evlerinden toplanmış ve akıl almaz işkencelerle dolu sorgulama ve 8 yıl süren hapis dönemlerinde çok büyük eziyetler ile karşı karşıya kalmışlardır. İdamlar 27.02.1948’de gerçekleşmiştir. Mayıs 1948 ve sonrasında 2. ve 3. grup tutuklama ve sürgün cezaları peş peşe gelerek bu kahraman insanlar sindirilmek istenmiştir.
Beş gün süren mahkemeden sonra 25 Ocak 1948 günü mahkeme kararı okundu. Şuayb Aziz, Nazmi Ömer, Ali Abdurrahman ve Adem Ali medeni ve siyasi haklarından mahrum ve mallarının müsadere edilmeleri suretiyle idama mahkûm edildi. İdam edilen dört şehidimizden ilki, teşkilatın başkanı Şuayb Aziz’di. Teşkilatın en yaşlısı ve tüm Yugoslavya Türklerinin en bilgilisiydi. Kahire’de El-Ezher Üniversitesi’ni başarıyla bitirdikten sonra Üsküp’e dönen rahmetli, hiçbir memuriyet kabul etmemiş, kendi çiftliğinde toprakla uğraşmayı uygun bulmuştu. Memlekette komünizm tehlikesi belirmeye başladığı sıralarda, Türkleri bu salgın hastalıktan korumak için bu Türk teşkilatına girmişti.
İkinci şehidimiz, 1432 yılından beri Üsküp’ün meşhur Kurşunlu Han Vakfı’na ait evladiyelik bir vakıfnameye sahip, köklü bir Türk ailesinin evladı olan Ali Abdurrahman, 1943’te teşkilata girmiş ve zamanın Türk Konsolosluğu ile müşavere amaçlı ilk teması o kurmuştu. Üçüncü şehidimiz Nazmi Ömer, Üsküp’ün yakınlarında tertemiz Türk köyü olan Gürelerdendi. Nazmi Ömer, Sırp okulları ve Belgrad Hukuk Fakültesi’ne, Türklerin bu devirde gönderdikleri yegâne en başarılı öğrencisi olmuştu. Bir ara Üsküp Türk Konsolosluğu’nda çalışmış olan şehidimiz; ağır başlı, temkinli ve itimat veren davranışlarıyla etrafa güven saçardı. Üsküp’te Tefeyyüz ve Türk öğretmen okulunda öğretmenlik yapıyordu. Tito rejimi sırasında Üsküp İdare Mahkemesi Genel Sekreterliği görevini yürütmüştür. Dördüncü şehidimiz Adem Ali; güzel huyu, sessiz sedasız hâliyle kendini çevresine sevdiren, sakin bir kişiydi. Mertliğin ta kendisi. Sebatın ve and etmenin mücessem varlığı. Adem insan; Âli yücel demek. “Yüce İnsan”dı vesselam. Saraçlık mesleğiyle iştigal ediyordu.
Makedonya Türklerinden Avukat Salih Murat, mahkemenin hukuki çerçevesini araştırmıştır. Vardığı sonuç çok ilgi çekicidir. Günümüzde 2.000 sayfa tutan ceza vb. kanunları, 1945 şartlarında 3 sayfalık bir kanuna sığdırılmıştır. İşte böyle haksız-hukuksuz ortamda yargılanmaların gerçekleştiği gerçeği bir kez daha ortaya çıkmıştır. Mahkeme esnasında daha Yugoslayva SFC kurulmadığından bu insanların şuçlandığı konuların hukuki geçerliliği yoktur. Makedonya ASNOM bildirgelerine göre de Yücel mensuplarının yapmak istediklerinin suç olmadığı, belgelere dayanarak rahatlıkla söylenebilir. Dolayısıyla Yücelciler, uluslararası hukuk kaideleri çerçevesinde suç oluşmadan cezalandırılmıştır. Birinci gruptaki 17 kişi mahkûm olmuştur. Birinci Grup Mahkûmiyet alanlar, askerî kamyonlara yüklenerek Söğütlü Cezaevi’ne götürülmüş ve buradan diğer hapishanelere gönderilmişlerdir. İdam mahkûmlarının cezaları ise 27 Şubat 1948’de kurşuna dizilerek infaz edilmiş ve bu kahraman insanlar şehadet mertebesine ulaşmışlardır. Mayıs 1948’de İkinci Grup Mahkûmiyet alan 29 kişi farklı hapis cezalarına çarptırılmıştır. Üçüncü grupta 18 kişi Makedonya Probiştip’teki Zletovo Kurşun Madenleri’nde çalıştırılmak üzere sürgün cezasına çarptırılmıştır. Üçüncü grup operasyonu, sabah saatlerinde dükkânların açılışından önce ayarlanmış bir zaman olarak, topladıkları mensupları yaya olarak, dükkânların önünden geçireceklerdi. Evlerinin kapısını çaldıklarında aradıkları kişi giyimi nasıl hâlde ise öyle almışlardı.

Şuayb Aziz’in Son Mektubu
Yücel Teşkilatı’nın Başkanı Şuayb Aziz, idamdan önce son kez ailesiyle görüşmüştür. İdamından sonra şehidin eşyaları ailesine teslim edilmiştir. Bu sırada iade edilen paltosunun kolunda gizlice iliştirilmiş ve yuvarlak hâle getirilmiş bir kağıda yazılı küçük bir mektup bulunur. Şuayb Aziz idamdan bir gün evvel kendisine yapılan son ziyarette getirilen bir çikolata paketinin kâğıdına, bulabildiği bir kurşun kalemle ve kendi el yazısıyla, hanımına hitaben Osmanlıca bir mektup yazmıştır. Bu aynı zamanda çok hüzünlü bir veda mektubudur. (Orijinal imlasına dokunmadan veriyorum.)
“Hayat Arkadaşım Nigâr, Evlatlarım Ülker, Turan, Ertan ve küçük yavrucuğum [En küçük çocuğu Arslan] artık sizden ayrılıyorum. Size doyamadım. Kader böyle yazmış yazımı. Nigar, evlatlarına güvensin, bunları iki gözün gibi baksın, beni de hatırından çıkarma. Hakkını helal et, anne de hakkını helal etsin. Ağabeyin de hakkını helal etsin. Ellerinden öperim. Çocuklarımı her vakit benim için öpesin ve koklıyasın. Onları okutmağa çalış. O evde yaşatma, başka bir binada yaşatmağa çalış. Reşit Akşar yardımı ile belki yavrularıma bir selamet yolu bulursunuz. Bu günden sonra o yavrularımın babaları yok, yalnız bir anaları vardır. Hem kimsesiz bir anaları var. Ona güvensinler. Helal ediniz, helal ediniz, Milletimin kurbanıyım. Şuayb Abdülaziz 27 Şubat 1948 Fotoğraflarımı çoçuklarıma bekliyesiniz. Gözlerinizden öperim”8 Bu mektubun en etkileyici kısmı ise bana göre son cümlesidir. “Milletimin kurbanıyım.” Bu cümle daha çok tartışılacaktır. Acaba şehit başkan niye böyle söyledi. Kâğıt bittiği için ancak bu kadar yazabilmişti. Daha fazla açıklama yapmasına ne zaman ne mekân müsaitti. İdam edilmeden saatler önce hangi ruh hâli içinde yazdı bu satırları? Kurban olduğu milleti, o zamanlar onu yeterince anlayabildi mi? Bu insanların günümüzdeki torunları olan gençler, canını teslim eden bu insanları ne kadar anlayabiliyorlar?

Sonuç
Yugoslavya’nın Kominform (Milletlerarası Komünistler Birliği)’dan çıkışından sonra 29.11.1950 tarihinde çıkan bir afla bütün siyasi mahkûmların cezalarında 7 yıl indirim yapıldı. Bu tarihten sonra Yugoslavya, Batı dünyası ve de Türkiye ile ilişkilerini geliştirdi. 1953 yılında imzalanan Serbest Göç Anlaşması ile de Türkiye’ye yönelik büyük bir göç süreci başladı.9 Teşkilatın üye ve hatta akrabalarının mahkeme süreçlerinde süründürülmesi ve idamlarla birlikte türlü eziyetler içinde hapsedilmeleri, Yugoslavya Türklerinin hiçbir zaman unutamayacakları bir acı hatıra bırakmıştır. Mahkeme görüşmelerinin hoparlörle Üsküp sokaklarında yayınlanması, Üsküp Türklerini manevi olarak yıkmıştır. Şüphesiz sırf bu örnek bile kullanılan psikolojik harp taktiklerine en kuvvetli bir delil olmaktadır. Yani aslında cezalandırılan sadece Yücel Teşkilatı değil, onun şahsında tüm Yugoslavya Türkleridir. Bu olayların neticesinde serbest göçlere müsaade edilme tarihi olan 1953 yılından itibaren 1967 yılına kadar 200.000 civarında Yugoslavya Türk’ü ana vatana göçmüştür.10 Maalesef göç süreci hâlen devam etmektedir. Bu süreç biz muhacirlerin hiçbir zaman unutmaması gereken asıl mesele olmalıdır.