Şimdi yükleniyor

En Çok Zulüm Görüp En Çok Zulmeden Bir Toplum

107sayiF 1

En Çok Zulüm Görüp En Çok Zulmeden Bir Toplum

Yahudi Sosyal Psikolojisi

Yeryüzünde Yahudiler kadar itilip kakılmış, onlar kadar zulüm görmüş ve varlığını sürdürebilmiş bir toplum hemen hemen hiç yoktur. Güç ve kontrol ellerine geçtiği zaman onlar kadar zulmeden bir başka toplum da yoktur. Hz. İsa onlar için “Peygamberlerini bile sokan engerek yılanı” benzetmesini yapmaktadır. Onların, insanoğlundan ayrı ve yüksek olduklarını söyleyen bir tahrif edilmiş kutsal kitaba dayanan sosyal psikolojileri, binlerce yıldır mabetlerinde tekrarlanır durur. Sadece kendilerinin Tanrı’sı olduğunu kabul ettikleri Yahova, bir yandan onların, yücelerin en yücesi olduğunu söylerken öte yandan da onları acımasızca yerin dibine batırır ve cezalandırır. Bu öylesine bir cezalandırmadır ki yeniden bağışlanmaları için binlerce yıl ağlamaları, yakarmaları, acı çekmeleri gerekir. Bu acı ve ağlamanın yarattığı psikoloji, kin ve nefret olarak insanoğluna yansıtılır. Yahudiler eğer güçlü değillerse acılarını, kin ve nefretlerini içlerinde bir ateş gibi taşırlar. Eğer güç ellerine geçerse, “Gohim” yani insanla hayvan arası bir mahluk adını verdikleri insanoğluna ateş püskürürler.

Vaat Edilmiş Topraklar

Yahova’nın kutsal kitapta gösterdiği hedef, öncelikle Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması, Süleyman Mabedi’nin yeniden inşasının gerçekleştirilmesidir. Sonrasında Nil’den başlayarak Fırat ve Dicle Havzası’na kadar uzanan bölgedeki “Bereketli Hilal” tamamen onların olacak, böylece Yahova’nın bu seçkin kulları ile arasındaki kavga bitecektir. Bütün insanlar seçkin bir millet olan Yahudilerin önünde saygıyla eğilecek ve onlara itaat edecektir. Binlerce yıldır Havralarda ilahi ve Tevrat bölümlerinin okunmasıyla devam eden kutsal hedeflere ulaşma isteği bir histeri hâlinde bir grup Yahudi’de Siyonizm denilen bir tehlikeli ırkçılığı oluşturmuştur. Bugün Filistin’de olan insanlık dışı hareketlerin kutsal bir intikam duygusu olarak ruhlara ve zihinlere yerleşmiş olması, bizim ibretle takip etmemiz gereken durumlardan biridir. Çünkü bunu anlamadan Orta Doğu’da huzuru sağlamak mümkün değildir. Yahudilerin bütün insanlığı köleleştirme histerisini kontrol etmeden barışı düşünmek imkânsızdır. Eğer intikam duygusunu, kin ve nefreti kutsallaştırırsanız; mantığı, ortalam bir acıma duygusunu ve Allah’ın kalbimize yerleştirdiği vicdana dayanan adaleti de ortadan kaldırırsınız. Nitekim bugün Filistin’de İsrail Devleti’ni kuran Siyonist mantık, kendisini “barış oğulları” olarak kabul etmekte ve bölgedeki insanların tamamını “savaş oğulları” olarak değerlendirmektedir. Arkasından “Barış oğulları, savaş oğullarını yenmeden bu savaş bitmeyecek.” demektedir. Yani açık ifadesiyle hem kan dökmekte; kadın, çocuk, yaşlı, eli silah tutan, tutmayan demeden herkesi öldürmekte hem de kendisini barış isteyen taraf olarak kabul etmektedir. Bu çapraşık ve hastalıklı mantığı anlamak için İsrail’in BM temsilcisinin sözlerine dikkatle bakmak yeter. Sorunun kökeni tamamen yukarıda saydığımız kutsallaştırılmış hırs, kin ve ihtiras duygularından beslenen Siyonist anlayıştır. Günümüzdeki Gazze olaylarını anlayabilmek mümkün değildir. Bir ateşkesten söz edilmektedir. Ancak bilinmelidir ki İsrail, yukarıda saydığımız hedeflere ulaşmadan asla ateşkes imzalamaz, imzalamış görünür; fırsat buldukça ve gücünü topladıkça tekrar hedefine gitmek üzere harekete geçer. Bu yüzden Filistin sorununa günübirlik çözümlerle yaklaşmaya çalışmak, bölgede istikrarın sağlanması için boşuna çalışmaktır.

Filistin Meselesinde Boş Polemikler
Yukarıda anlatmaya çalıştığımız sorunun kaynağı ile ilgili değerlendirmeden sonra günümüze gelelim. Türkiye’de aydınlarımızın arasında sığ ve mesnetsiz tartışmalara, sosyal medyada, televizyon programları ve gazetelerde çıkan haberlerde “Filistin halkı toprağını sattı, İsrail Devleti’nin kurulmasına zemin hazırladı. Bugün onun cezasını çekiyor.” tarzı yorumlara, bunun altındaki mantık çelişkisinin tehlikesine bakalım. Farz edelim ki bugünkü Filistin halkının dedeleri topraklarını Yahudilere sattılar. Dedelerinin bu hatası yüzünden torunların, masum çocukların öldürülmesine seyirci kalmak hangi akla ve vicdana sığar. Kaldı ki Filistin halkının, toprakların tamamını Yahudilere sattığı iddiası doğru değildir. Yüzeysel Arap asabiyeti ile televizyonlarda boy gösteren bazı televizyon kuşlarının söylediği gibi “Filistin halkı hiç toprak satmadı. Kanûnî Sultan Süleyman’dan itibaren Türkler ve Türk yöneticiler toprak sattı.” iddiası da bir fitnenin aramıza sokulmuş dinamiti gibidir. Gerçekleri araştırmadan yapılan bu tarz spekülatif iddialar ancak İsrail’i yöneten Siyonist aklın işine yarayacak bir kör dövüşünü de beraberinde getirir. Öncelikle maddeler hâlinde gerçeklere göz atalım: Osmanlı Devleti, 1800’lü yılların başına kadar bir İsrail Devleti kurmak isteyenlere toprak satmamıştır. Esasen bazı kısmi suiistimaller dışında bu mümkün değildir. 1800’lü yıllardan başlayarak Filistin’e göç edenler Yahudi kimliği ile değil Alman, Rus, Polonyalı kimliği ile göç etmiş ve tarımla uğraşmaya başlamıştır. Bunların sayısı ise birkaç yüz kişiden ibarettir. Osmanlı Devleti’nin, Yahudilerin bir devlet kurmak maksadıyla toprak alma isteklerini fark etmesi 1890’lı yıllardan sonradır. Bunun üzerine hemen yasaklama getirildiği gibi devlete gelen, bölgeye Yahudi yerleşimi istekleri reddedilmiştir.Filistinli Arap ailelerin de toprak sattığı bilinmektedir. Ancak bu toprak satışları da büyük bir yekûn tutmamaktadır. Bu satışların listesi ve hatta satış bedellerinin toplamı elimizde bulunmaktadır. Filistinli Arapların toprak satışlarının tehlikesini kavramaları 1922 yılına rastlar. Bu tarihten itibaren Bölge İslami Fetva Başkanlığı bir fetva çıkarır. Yahudilere toprak satmanın küfür olduğu ilan edilir. Bu düşünce, Filistin halkı tarafından hızla benimsenmiş ve toprak satışları durmuştur. Hatta bir “Ümmet Sandığı” kurularak satılan toprakların geri alınmaya çalışıldığı bilinmektedir. Ancak bilinmesi gereken bir başka nokta, yerleşimci Yahudilerin içindeki gençler küçük terör grupları oluşturmuş, başta El Halil olmak üzere birçok bölgede Arap toprak sahiplerini zorla topraklarından çıkmaya mecbur etmiştir. Mahsulleri, evleri yakılmış, hayvanları telef edilmiş ve göçmeye mecbur edilmişlerdir. Türk kamuoyunda bu konuyu iyi bildiğini söyleyen kimseler de dâhil olmak üzere hiç kimse bu terör faaliyetinden söz etmemektedir. Bu terör örgütlerinin vahşi eylemleri daha sonra İsrail Devleti’nin resmî devlet terörü hâline gelmiştir. Bugünkü İsrail ordusunun temelini oluşturan “Haganah, Palmach, B. Örgütü, İrgun, Mizrachi, Stern” gibi terör örgütleri, 1948’e kadar Filistin halkına kan kusturmuş ve toprakları zorla ellerinden alınmıştır. Yani toprak kayıplarının önemli bir kısmı 1918’den itibaren başlamış ve 1948’e kadar sürmüştür.Bir başka boş tartışma da Filistin halkının İngilizlerle iş birliği yaparak Osmanlı ordusunu arkadan vurdukları ve İsrail Devleti’nin kuruluşuna sebep oldukları iddiasıdır. Bu iddia da bilgi ve belgelere dayanmayan toptancı bir bakış açısının ürünüdür. Maalesef geniş kitleler tarafından tekrarlanıp durmaktadır. Öncelikle bilinmesi gereken noktalardan birisi, İngiltere’nin, Arap Yarımadası’ndaki kışkırtma çalışmaları 1700’lü yıllarda başlamış ve sistematik olarak 1. Dünya Savaşı yıllarına kadar gelmiştir. İlk başkaldırı, Vahhabi Ayaklanmaları ve 1900’lü yıllarda büyük kan kaybına sebep olan Yemen ayaklanmalarıdır. İngilizler sistematik olarak burada Osmanlı Devleti’ne karşı Arap milliyetçiliğini kışkırtmış, daha sonra bunu Mısır, Ürdün ve Basra bölgesinde yaygınlaştırmışlardır. Kabilelerden bir kısmı sadece kışkırtılarak yönlendirilirken, bölgedeki güçlü Arap kollarından biri olan Haşimiler ele geçirilmiştir. Haşimilerin etkisiyle isyan ve milliyetçilik hareketi Suriye, Irak ve Ürdün’e yayılmıştır. Yani Filistin halkında bir Arap asabiyeti sebebiyle Osmanlı Devleti’ne reaksiyon diğer alanlara göre yok denecek kadar azdır. Bütün bu anlattıklarımın bilgi ve belgeleri Osmanlı arşivlerinde mevcut olduğu gibi İngiliz gizli belgeleri açıklandıkça gerçekler ortaya çıkmaktadır.Türk aydınının olaylara afaki ve spekülatif bakma lüksü yoktur. Gerçekleri kaynağından bilgi ve belgelere göre değerlendirmelidir. Aksi takdirde çok büyük bir felaketin bölgemizden ülkemize de sıçramasını engellemek mümkün değildir.

İsrail’in İki Güvenlik Konsepti ve Türkiye
Dikkat etmemiz gereken noktalardan bir başkası İsrail’in güvenlik konseptleridir. Bunlardan ilki, resmî belgelerde aynen şöyle geçmektedir: “Onlar düşman ve seni öldürecekler. Onlar seni öldürmeden sen onları öldür.” Bu, İsrail ordusu ve gizli servislerinde elemanlara ilk öğretilen savunma konseptidir. Dikkat edilirse aslında bir kendini savunma değil, saldırmadır. Bu yüzden İran’ın nükleer silah üretmemesi için 30 yıldır sürekli gizli servis operasyonları yapmakta, İran’ın başkenti başta olmak üzere suikast ve terör eylemleri planlamaktadır. Aynı operasyonları Türkiye’de de yapmaya çalıştığı bilinmektedir. Mısır’da CIA ile birlikte birçok operasyona imza atılmış, Ürdün âdeta İsrail’in operasyon alanı hâline gelmiştir. İsrail bu operasyonlarını o kadar ileri götürmüştür ki Libya’da toplanan Filistin Kurtuluş Örgütü’nün toplantısını havadan bombalama cesaretini göstermiştir. İkinci önemli güvenlik konsepti ise Haddadland Konsepti’dir. 1960’lı yıllardan itibaren kademe kademe gerçekleştirilen bu operasyonda, Yahudi diasporasının desteği ile AB, Rusya Federasyonu, İngiltere ve ABD’den destek olmakta, İsrail’in amaç ve hedeflerine hizmet etmektedir. Haddadland Konsepti önce Lübnan’da uygulanmış ve 17 ayrı grubun birbiri ile yıllarca süren mücadelesi sonucu Lübnan bir harabeye dönmüştür. Aynı uygulama Irak’ta yapılmış ve Irak, savunma ve silahlı kuvvetler gücü olmayan yol geçen hanına dönmüştür. Suriye’de yapılan operasyonlarla karşıt gruplar oluşturularak Suriye istikrarsızlaştırılmış ve bugün kendisini savunamaz duruma düşürülmüş, toprak bütünlüğünü koruyamaz hâle gelmiştir. Libya’da Hafter grubunu destekleyerek iç savaşın derinleşmesini sağlamıştır. Afganistan’da, terör örgütleri içinde yetiştirdiği paralı askerleri Suriye’ye sokarak cuma günü camiden çıkan cemaate ateş ettirmiş, iç savaşın ilk kıvılcımını yakmıştır. Bu stratejinin Türkiye, Mısır ve İran’a da sıçratılması ve bir sosyal, siyasi ve ekonomik istikrarsızlaştırma programının uygulanması için stratejik ortağı ülkelerin gizli servisleri ile birçok operasyon denemesi yapmıştır. Bu yüzden İsrail, bugün Gazze olayları ile sınırlı olarak değerlendirilmemelidir. Bu sorunun adı bir Filistin veya Gazze sorunu değildir. Bu sorunun adı “Orta Doğu Sorunu”dur. Zaten İsrail ve ABD bunun bir Orta Doğu sorunu olduğunu açıkça ilan etmiştir. Türk aydınının konuya bir bütün olarak ve bu açıdan bakması gerekir.