Birlik, Tarihte “Güç” Anlamına Gelir
İnsanlık tarihi, ilk başta tüm canlılarda görülen “hayatta kalma dürtüsüyle doğal kaynaklara hâkim olma” ardından da onları, “mülk edinip miras bırakma” temeli üzerinde yapılan savaşların hikâyesidir.
İnsanlar, aynı dürtüler ve güdülerle hareket eden diğer insanlara karşı önce taşla-sopayla, sonra tunçla, sonra demirle ve çelikle savaşmış; sonunda barutu, ateşli silahlarda kullanarak topla-tüfekle savaşmıştır.
Bu savaşlarda ihtiyaç duyulan “güç” arayışı, zamanla kategorik birliklerin teşekkülüne zemin hazırlamıştır.
Nüfusun doğal olarak geometrik artışıyla aileler; aşiretlere, kabilelere, klanlara ve kavimlere dönüşmüştür. Kavimlerin başına geçen güçlü aileler, sadece toprağı, orduyu, hazineyi ve üretim araçlarını değil; yönetim hakkını da mülk edinerek saltanat sürmeye başlamışlardır.
“Tarih Öncesi” denilen yazısız dönemde kimin bu işleri nasıl ve ne kadar yaptığını bilemesek de tarih çağlarının başladığı Mezopotamya’da, kent devletlerinin krallıklar hâlinde yaşadığına baktığımızda, insanlığın yukarıdaki gibi bir siyasal evrimden geçtiği anlaşılmaktadır.
Uygarlık Tarihi’ni; Yunan-Helen-Roma ekseninde kaleme alan “Avrupa-Merkezci” Sosyal Bilimciler, bu siyasal evrimi; “Klan-Site-İmparatorluk-Feodalite-Merkezî Krallık-Ulus Devlet” şeklinde kâğıda aktarmışlardır.
Türk tarihinde durum bundan biraz farklıdır. Roma’nın yerine Osmanlıyı koyacak olursak; İlk Çağ’daki “Site” ve Orta Çağ’daki “Feodalite” halkalarının eksik olduğunu görürüz.
Bizde, yerleşik “Site” medeniyeti olmadığı için klandan (400 çadırlık Karakeçili Oymağı’ndan) imparatorluğa geçilmiş, feodal beyliklere izin verilmemiş, merkezî imparatorluktan da parçalanma ve yurt edinilememiş toprakların kaybı neticesinde de “Ulusal Devlet”e geçilmiştir.