Şimdi yükleniyor

Atalar Yurdumuz Özbekistan/Semerkant’tan<br>İzlenimler Ve Manevi Kimliğimizi Aydınlatan Bir Kandil Ehl-İ Sünnetin Reisi İmam Mâtürîdî Atamı Ziyaret

82 fatma sonmez

Atalar Yurdumuz Özbekistan/Semerkant’tan
İzlenimler Ve Manevi Kimliğimizi Aydınlatan Bir Kandil Ehl-İ Sünnetin Reisi İmam Mâtürîdî Atamı Ziyaret

14-15 Şubat 2021 – Semerkant
Atalar yurdumuz Özbekistan ziyaretinde anlıyorum ki, bu güzel diyarlar öyle bir yazıyla yazılacak, anlatılacak gibi değil. Öylesine muhteşem tarih ve maneviyat zenginliğine sahip ki, insan o topraklarda gezerken kendisini tarihin gizemli sayfaları arasında dolaşıyor hissi yaşıyor; daha da ötesinde soluduğu havada ayrı bir canlılık buluyor. Özellikle Buhara’da ve Semerkant’ta bunu çok yaşadım; tarih ve maneviyat kokulu sokaklarında dolaşırken sanki bir köşeden o şehre adını veren birileri çıkıverecekmiş gibi bir beklenti içinde buldum kendimi. Şunu hemen belirtmek isterim ki, bütün zenginliği ve ihtişamıyla bizim olan tarih, maneviyat zenginliğine sahip Ata yurtlarımıza gözümüzü gönlümüzü çevirmek, tatil rotamızı o yöne doğru döndürmek belki de üzerimize düşen en önemli ödev, gelecek nesillere bırakılacak en önemli hazinedir.

Buruk bir şekilde, ardımda eşine az rastlanır güzellikte muhteşem maneviyat güzellikleri, tadı gönlümde kalan güzel Atalar ziyaretleri, üzerimde sanki himmet ellerinin tarifsiz gücü, kuvveti, şifasıyla Buhara’ya veda ederken; bir yanımı da ayrı bir heyecan alıyordu. Çünkü istikamet, Semerkant idi. Yıllar önce 1994 yılında ilk kez ziyaret ettiğim Semerkant şehri, belleğimde masalımsı bir diyar olarak kalmıştı. Emir Timurlenk’in torunu Uluğ Bey tarafından kurulan, üzeri muhteşem karolarla bezenmiş kapılara sahip üç ayrı medresenin bir arada bulunduğu Semerkant’ın merkezindeki Orta Asya Türk mimarlığının nadir örneklerinden biri olan Registan Meydanı ve yine bağrında sakladığı tarihî ve manevi ziyaret yerleriyle, özellikle de itikat imamımız İmam Mâtürîdî Atamızın manevi ziyaretgâhı ile gerçekten de masalımsı bir diyar Semerkant.

Tur rehberimiz Şeref Bey, Buhara’da olduğu gibi Semerkant’ta da her adımımızda bizimle olup, bize gezeceğimiz yerlerle ilgili tarihî, kültürel bilgi vererek refakat edecekti. Kendisi çok mütevazı, beyefendi bir kişi. Hatta öyle ki, daha sonraki günlerde gösterdiği sabrı takdir etmemek imkânsız oldu. İyi eğitim almış, beş dil bilen Şeref Bey, Özbekistan Dünya Dilleri Devlet Üniversitesi’ni bitirmiş. Aracımız Semerkant’a girerken, o da bizlere şehrin manevi ve tarihî yapısıyla ilgili genel bir bilgi vermeye başlıyor: “Orta Asya’nın mavi kubbelerle kaplı incisi Semerkant, sahip olduğu tarihî miras ve manevi ikliminin yanı sıra dönemin önemli şahsiyetlerinin yetiştiği topraklara ev sahipliği yapıyor. Bir dönem ilim ve sanatın kalbinin attığı şehir olan Semerkant, çok sayıda tarihî ve kültürel yapıyı da bünyesinde barındırıyor. Mavi kubbelerle kaplı medreseleri, çinilerle süslenmiş kervansarayları, görkemli camileri ve külliyeleriyle âdeta açık hava müzesini andıran Semerkant, Türklerin ‘Ata yurdu’ Özbekistan’ın en güzide şehirlerinden biri. Yunan kaynaklarında adı ‘Maranka’ olarak geçen Semerkant kelimesinin kökeninde ‘Semer’, tarihî bir şahsa nisbet edilirken; ‘kent’ eki de, şehir anlamı taşıyor. Zengin tarihî ve kültürel mirasıyla Semerkant, farklı dönemlerde Persler, Yunanlar, Çinliler, Araplar, Moğollar ve Türklerin yönetimi altına girdi. Büyük Timur İmparatorluğu’nun kurucusu Emir Timur, Semerkant’ı ele geçirdiği dönemde bu şehri başkent ilan etti. Şehrin inşası için doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine dünyanın pek çok bölgesinden en iyi bilim adamlarını, ustaları, sanatkârları ve mimarları seçerek Semerkant’a getiren Timur, şehri dönemin çekim merkezlerinden biri hâline getirdi. Şehri nakış gibi işleyen Timur’un ardından torunu Mirza Uluğ Bey döneminde ise Semerkant, dünyanın ilim merkezi hâline geldi. Tarihî İpek Yolu’nun en önemli güzergâhlarından Semerkant, yüzyıllardır bu toprakları ziyaret edenleri kendisine hayran bırakmaya devam ediyor. Zamanında şehrin büyüsüne kapılanların türlü methiyeler düzdüğü masalsı şehir, bugün hâlâ tarihî dokunun korunduğu dünyadaki nadide yerlerden biri.”

Şeref Bey, sakin sakin mikrofonuna anlatırken, yine Semerkant’a ilk geldiğim yıllara gidiyorum heyetten koparak sessizce… Bağımsızlığının ilk yıllarında zorlu dönemler olsa da, yine güzel hem de çok güzeldi Atalar yurdum Özbekistan. Hatta Semerkant için baş döndürücü bu güzel şehir karşısında, “Semerkant, tasavvur ettiğimden bile daha güzelmiş.” deyivermiştim içimden. Yıllar sonra işte yine buradayım, yine o masalımsı güzellikleri temaşa edeceğim için şükürler geçiriyorum içimden ve ete kemiğe bürünüp de vesile olanlara dualar, dualar… Çünkü ben inanırım ve bilirim ki, O dilemezse ziyaret nasip olmaz böyle kutsal diyarlara. Ve “Onlar ölü değil, diridirler.” düsturuyla çağıranlar… Onların, “Evladımızdır… Biz ondan razıydık.” deme ihtimalleri… Şeref Bey’in devam ettiği şehir anlatımında mikrofonun tiz sesiyle yeniden onun sözlerine dönüyorum:
“Tarih boyunca kervanların kavşak noktası Semerkant’a dair çok sayıda hikâye ve efsane mevcut. M.Ö. 329’da Semerkant’ı ele geçiren Büyük İskender’in, şehri ilk gördüğünde ‘Semerkant hakkında duyduklarımın hepsi gerçekmiş. Hatta o tasavvur ettiğimden bile daha güzelmiş.’ dediği naklediliyor. Sahip olduğu zengin tarihî ve kültürel mirasın yanı sıra İmam Buhârî ve İmam Mâtürîdî gibi büyük İslam âlimlerini yetiştiren Semerkant toprakları, dünyanın en büyük âlimlerinin çalışmalarına tanıklık etti. İslam âleminde önemli bir yere sahip olan Mâtürîdî fıkhının kurucusu İmam Mâtürîdî ve Buhara şehrinde doğan fakat Semerkant’ta vefat eden hadis âlimi İmam Buhârî’nin kabri yine bu şehirde bulunuyor. Timur’un torunu Muhammed Sultan Mirza için inşa edilen fakat Timur’un kendisinin de gömülmesi dolayısıyla onun adıyla anılan Gur-i Emir Türbesi, Semerkant’ta mutlaka görülmesi gereken yapıların başında geliyor. ‘Bey’in Türbesi’ anlamına gelen Gur-i Emir Türbesi’nde; Timur’un, oğullarının, torunlarının ve Timur’un hocasının kabirlerinin yanı sıra hocasının mezarı, medrese ve cami yer alıyor. Şehrin merkezi olarak bilinen ve Farsçada ‘kumlu yer’ anlamına gelen Registan Meydanı, Semerkant’ın en önemli simgelerinden biri. Kentin kalbi olan meydanın çevresinde dört eyvanlı avluya sahip Uluğ Bey Medresesi’nin ön planda olduğu toplam üç medrese yer alıyor. Görkemli duvar süslemelerine sahip medreselerin kapılarında, çiniler üzerinde elle nakşedilmiş Kur’an-ı Kerim’den ayet ve sureler mevcut.”

Yol kenarlarında ekmek satan kadınlar ve erkekler dikkatimizi çekiyor; çeşit çeşit ekmekler… Semerkant’ın ekmeği çok meşhurmuş. Özbekistan’da yapıldığı bölgeye, yapılış şekline ve içeriğindeki kullanılan malzemeye göre çok fazla ekmek çeşidi varmış; “Semerkant Nan’ı (ekmeği)” da bu mutfağın en eşsiz lezzetlerinden bir tanesi diyorlar. Hatta gezide bize eşlik eden değerli arkadaşım Meryem Aybike Hanım’ın teklifiyle, Türkiye’ye şifa olarak getirmek için ekmekler aldık. Semerkant’a özgü bu ekmeğin lezzeti tarih boyunca hep dillere destan olmuş. Rivayetlere göre, dönemin Buhara Emiri, Semerkant ekmeğini çok beğeniyor ve ekmeği buradan getirmek yerine Buhara’da yaptırmak için Semerkant’taki en iyi fırıncıyı çağırıyor. Fırıncı ne kadar uğraşırsa uğraşsın, Buhara’da yaptığı ekmek, Semerkant ekmeğine bir türlü benzemiyor. Bunun üzerine Buhara Emiri, Semerkant’tan özel çamur getirtip tandır yaptırıyor, yine hamur için un ve suyu da Semerkant’tan getirip tekrar ekmek yaptırıyor. Fakat bunca çabaya rağmen ekmek yine Semerkant Nan’ına benzemiyor. Bunun üzerine Buhara Emiri, “Bunun sırrı Semerkant’ın gizeminde olsa gerek.” diyor ve bu işten vazgeçiyor.

Mâtürîdî Atamızın şehri Semerkant’ta ilk ziyaret yerimiz Registan Meydanı oluyordu. Hemen her birimiz elimizde fotoğraf makineleri, çılgınca sayısız fotoğraf çekiyorduk. O kadar çok fotoğraf çekimi fonu var ki, her biri bir diğerinden çok daha güzel! Günlük güneşlik hava ile ışıldayan mavi kubbe ve çiniler, gün batımında, güzelliğinin doruğunda fotoğraflarımıza fon oluşturuyordu. Bu arada Özbek kardeşlerimiz bizi, heyetimizi nerede görseler çok samimi bir şekilde mukabele ediyorlar, kimileri ise bizimle fotoğraf çektiriyorlardı. Ata yurtları içinde Özbeklerin farklı özelliklerini hep duymuş, okumuştum. Çalışmayı çok sevdikleri, yaptıkları işlerdeki titizlikleri, hatta evlerinin etrafının tertipli düzenli oluşuyla beraber evlerinin etrafının tamamen çiçeklerle bezeli oluşu, beni çok etkilemişti. Bunun sebebini heyetimizin rehberi Şeref Bey’e sorduğumda, “Bizde dört-altı yaşına gelen kız çocuklarının eline süpürgeyi verirler, evin kapısının önünü süpürmeye yönlendirerek alıştırmaya, aynı zamanda temizlik ve çalışkanlık eğitimi vermeye başlarlar.” dedi. Ne güzel bir terbiye yöntemi Atalardan kalan…

Ziyaret programımızda yer almayan İmam Mâtürîdî Hazretlerini ziyareti, özellikle birkaç kişi çok istiyordu. Türkiye Gazetesi Köşe Yazarı, aynı zamanda 16 güzel eseri kaleme almış olan Yol Arkadaşım, Gönül Dostum Meryem Aybike Sinan’ın yoğun gayret ve çabalarıyla programımız değişiyor ve istikametimiz artık Mâtürîdî Atamızın manevi huzuru oluyordu. Seviniyoruz, daha çok da heyecanlıyız. Öyle ki Meryem Aybike Sinan, “Mâtürîdî Atamın manevi huzuruna en şık halimle gitmeliyim. O’nu ziyaret için giyinmeli, en güzel hâliyle başörtümü takmalı, O’na yaraşır bir hâlde ziyaret etmeliyim…” deyip itinayla, biraz da pürtelaş hazırlanıyordu. Sanki çok özel bir toplantıya katılırcasına hazırlığı beni çok duygulandırmıştı. Asırlar öncesinden yol ışığımız olmak için hayatlarını vakfetmiş Atalarımıza onun gösterdiği bu saygı örnek olmalı. Gençlerimize çokça anlatmalıyız Atalarımızı, kadim Ata kültürümüzü, Ata yurtlarımızı… diye geçiriyordum içimden. Programın başından bu yana otobüsün en önündeyiz. Sadece iki hanım olduğumuzdan mıdır, yoksa programın en heyecanlı simaları olarak gezdiğimiz her yeri, her bir ayrıntıyı içimize sindirip, gönlümüzle harmanlama isteğinden midir bilinmez, yerimizi de kimseye vermiyoruz. Beş dakikalık yürüme mesafesinde bulunan Mâtürîdî Atamızın ziyaretgâhı için otobüsten iniyorduk. Özbek kardeşlerimizin oturduğu mahalle arası sokaklarda yürürken adımlarımız, bizden daha gayretli davranıyor diye düşünüyorum. Mâtürîdî Atamızın türbesinin kapısı göründüğünde intizamlı, beraberce yürüdüğümüz hâl bozuluyor, sanki herkes ayrı bir hâl ile dağılıyordu. Meryem Aybike Sinan, türbenin hemen önünde gazete okuyucuları için duygu yüklü cümlelerle video çekerken, kimileri dış mekân kapı girişinde fotoğraf çektiriyor, ben ise ikinci kez geldiğim Mâtürîdî Atamın huzuruna yeniden ziyaretimi nasip eden Rab’bime Hamd-ü Senalar ederek usulca eşiğinden adımımı atıp giriyordum. Hemen başucuna, sanki dizinin dibine otururcasına ilişiveriyorum. “Ben geldim.” diyorum. Eşikten adımlarken yüreğimde Fatihalar, Âminler okuyorum; gönlümden, O’nun bizler için ne kadar kıymetli bir değer olduğunun tefekkürünü geçiriyorum. Seni çok anlatmamız gerekirken, bunu ne kadar yapabildik ey Mâtürîdî Atam diyor ve cevabımın sessizliği ile mahcup oluyorum. “Ahmet Yesevî Atam ve Kutlu Şehir Türkistan” konferanslarımdan birinde, Fen Lisesi öğrencilerinden birinin konferans sonunda sorduğu bir soru geliyor aklıma: “Ahmet Yesevî Atamızın bu kutlu yolu ile babamın, itikat büyüğümüz diye bize anlattığı Mâtürîdî Atamızın yolunu karşılaştırsak, bize biraz da Mâtürîdî Atamızı anlatır mısınız?” Çok bilinçli, çok da yerinde bir soru olarak gelmişti bana, severek anlatırım dedim ve dilim döndüğünce anlattım:

Mâtürîdî Atamız, doğduğu şehrin ismini almıştır. Yani doğum yeri, Semerkant’ın Mâtürîd Kasabası olup, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd el-Mâtürîdî es-Semerkandî olarak da bilinir. Hanefî mezhebinden olanların Türk kökenli itikat imamı, İslam âlimidir. “Matûrîdîlik” olarak anılır. İmam Mâtürîdî, Hanefî mezhebindendir. Bunun yanında Ehl-i Sünnet mezhepler arasında yer alan Mâtürîdîlik mezhebinin kurucusu olarak da bilinmektedir. Mâtürîdî Atamızı; itikat imamımız, yani sizin en yalın anlayacağınız bir tabirle söyleyecek olursam inancımızın usullerini bize gösteren öğretmenimiz, yol ışıklarımızdan diyebilirim. O’na çok şey borçluyuz, bu borcu nasıl öderiz diye düşünürsek, Mâtürîdî Atamızı en iyi şekilde anlayıp, öğretilerini uygulamaya gayret ederek bunu yapabiliriz.

Evet, o konferanstaki sorunun cevabını verdiğimiz Mâtürîdî Atam’ın hayatının yolunun ayrıntıları zihnimden bir bir geçerken, aynı anda türbesinin eşiğinden içeri hürmetle giriyordum. Atamızın manevi huzurundaydım, beraberimizdeki arkadaşlar pek çok açıdan fotoğraflar çekiyor, kimileri ise video ile Mâtürîdî Atamızı anlatma yoluna gidiyorlardı. Nasıl huzur var huzurunda… Bilinen vefat tarihi 944 yılı olarak geçmekte; cenazesi, Semerkant’ta ziyaretinde bulunduğumuz Cakerdîze Mahallesi’ndeki bilginlerin gömüldükleri mezarlığa defnedilmiştir. Sonradan, üzerine bu muhteşem türbe yaptırılmış. Türbenin içinde hissedilen huzur, dışarı çıktığımızda bahçesinde de devam ediyordu. Hani insan manevi görevleri yaptığında hissettiği o izahı zor olan benliğinin taa derinliklerinde hissettiği güzel dinlenmiş ruh hâli var ya, tam da öyle… Oradan ayrılmak istemiyor insan. Ziyaret hiç bitmese diye içimden geçirirken, grubun büyük çoğunluğunun zaten çoktan otobüsümüze doğru hareket ettiğini fark ediyorum. Ziyaretimi biraz daha uzatmak istercesine oyalanıyordum sanki, ilk kez grup gezi disiplinini çiğneyerek… Etrafında dolaşarak, o huzur dolu mabedi turluyordum. Çıkış kapısına yönelmeden son kez tekrar ediyorum o büyük imamın itikat öğretilerini gönlümden, sanki her bir kişiyi eteğinden tutup da öğretmek istercesine taa gönülden:

  • Allah’ı tanımak aklen vaciptir. (Yani kişi, her hâlükârda Allah’ı bilmelidir.)
  • Cüz’i iradeyi kul oluşturur.
  • Allah, kulun gücünün yetmediğini ona emretmez.
  • Allah’ın her emrinin -fiilinin- bir hikmeti vardır.
  • Nübüvvet için erkek olma şartı vardır.
  • Müslüman olmayan küfründen azap görecek. Ayrıca yapmadığı ibadetten sorgulanmayacaktır.
  • Daha önce iman etmemiş olan birinin son nefesteki imanı (ümitsizin imanı) geçerlidir.
  • Babasından gördüğü kadarıyla araştırmadan iman edenin imanı geçerlidir.
  • İman artıp eksilmez. (Bu konuda amel, imanın bir parçası değil ama iman zayıf veya güçlü olabilir.)
  • Allah, verdiği sözden dönmez.

Hamdolsun Yarabbi, ne güzel Atalarımız var; onlar bizim inancımızın, kültür ve medeniyetimizin yol ışıkları… İnşallah layık oluruz Allah’ım. Dualarla, biraz da gönül burukluğu ile veda edip ayrılıyoruz İmam Mâtürîdî Hazretlerinin manevi huzurundan…

Özbekistan Büyükelçiliği tarafından düzenlenen gezinin tamamını, bütün ayrıntıları ve gezilen yerleri satırlara dökmek belki bir kitap olacak kadar geniş ve teferruatlı. Bize Atalarımızın büyüklüğünü yeniden hatırlatıp, köklerimiz ve kültürümüzle yeniden gurur duyarak, kendi tarihimizi tanıyıp, yeniden güç bulmamıza vesile olan Atalar yurdumuz Özbekistan gezisi için emeği geçen herkese ne kadar teşekkür etsek azdır. Özbekistan’da görev yaptıkları için orada yaşayıp bize ev sahipliği yapan güzel gönül dostları; TRT Özbekistan/Taşkent Temsilcisi değerli kardeşim Nizam Şahin, Özbekistan-Türkiye Büyükelçiliği Kültür Ateşesi Alparslan Akıncı, Yesevî yolunda beraber eğitim alarak aynı üniversite mezunu olmaktan beraberce gurur duyduğumuz güzel kardeşlerim Mehmet Göksu ve Cahit Akşen, tabiî ki bu basın turuna katılmama vesile olup, beraberce güzel bir ziyaret turu yaptığımız değerli kardeşim, yazarımız Meryem Aybike Sinan, tur rehberimiz Şeref Bey ve ismini tek tek sayamayacağım, bizi gördüğünde sanki Türkiye’den bir yakını gelmişçesine sevinerek bize Atalar yurdumuz Özbekistan’ın kadirşinaslığını yaşatıp, konukseverliğine hayran bırakan güzel yürekli Özbek kardeşlerim sağlıkla var olun.

Özetlemem gerekirse hep söylediğim gibi lütfen artık tatil anlayışımızı değiştirelim. Çocuklarımıza, gelecek nesillere kimliğimizi, özümüzü, kültürümüzü en iyi anlatmanın yolu, onları yolumuzun ışıkları Atlarımız ile Atalar yurdumuz Özbekistan ile tanıştırmak. Bunun en iyi uygulaması ise, tatil rotamızı Ata yurtlarımıza çevirmek. Özbekistan’a tatil adresi olarak hem dinlenmeye, hem öğrenmeye, hem de yeniden güç bulmaya hava yoluyla gelinebileceği gibi, Orta Asya turu yapıyorsanız, Orta Asya ülkelerinden kara yoluyla da gelebilirsiniz. Mesela ben bundan önceki gelişimde Kazakistan’ın Çimkent şehrinden kara yoluyla geldim. Kazakistan-Özbekistan sınırından gelmek oldukça kolay. Gümrük kontrolünde biraz kalabalık olsa, telaşe yaşansa da; kuyruklar bitip kapıdan geçtiğimde Taşkent’e vardım. Buraya gelmeye karar verdiğinizde ülkeyi Özbekistan turları ile gezebilir ya da kendiniz gönül rahatlığıyla ülkeyi keşfe çıkabilirsiniz. Ülkede ulaşım ağı çok gelişmiş olduğu için seyahatinizde sıkıntı çekmeyeceksiniz. O nedenle kişisel organizasyonlarınızda da içiniz rahat olsun. Güzel ve düzenli bir ülkeyle tanışmaya hazır olun!
Atalar yurdumuz Özbekistan’ın başkenti ve en büyük şehri olan Taşkent, aynı zamanda ülkenin modern yüzü kabul ediliyor. Geniş yolları, yeşil alanları, park ve bahçeleri, düzenli yerleşimi, düzenli ve sağlam altyapısı ile burası Orta Asya şehir planlamacılığının en önemli örneklerinden birisini sunuyor. Orta Asya’nın ilk metrosuna sahip olan kentte, ülkenin etnik mimarisini yakından inceleme fırsatı yakalayabilirsiniz.

UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Semerkant, dünyanın en eski medeniyetlerinden biri olarak kabul ediliyor. M.Ö. 329 yılında Semerkant’ı fetheden Büyük İskender, “Duyduğum her şey doğruymuş. Tek fark hayal ettiğimden çok güzel olması.” demiş burası için. Büyük İskender, buralı Roxana ile evlenmiş ve bir oğulları olmuş.

İpek Yolu’nun en önemli şehirlerinden birisi olan Buhara, çölün kıyısında bereketli toprakların bulunduğu bir vahada kurulmuş. Tarım ve hayvancılığın gelişmiş olduğu ülkede et ve süt ürünleri yoğun olarak tüketiliyor. Hamur işi çok yeniyor. Anason, çörek otu ve safran gibi baharatlar sıklıkla kullanılıyor.
Özbekistan deyince hepimizin aklına sanırım ilk olarak Özbek Pilavı geliyordur. M.Ö. 4. yüzyıldan beri yapılan pilavın tarifi ünlü filozof ve tıp bilgini İbn-i Sina’nın kitaplarına bile girmiş. Bir aşçının usta olarak kabul görmesi için tek bir kazan içinde 1.000 kişiye yetecek kadar pilav yapması gerekiyor. Her yöreye göre farklı şekillerde yapılabilen pilavın 100’den fazla çeşidi var. Değişmeyen tek şey ise bol yağlı, bol etli, bol sebzeli oluşu. Ülkenin en meşhur yemeği olan Özbek Pilavı kuşkusuz hem Özbekistan mutfağının hem de Orta Asya mutfağının en önemli lezzetleri arasında sayılıyor. Maş Horda Çorbası ve Ayvalı Pilav, farklı tatlar arayanlar için ideal. Ayrıca Özbek mantısı ve Özbek böreği de, ülkede tadına bakmanız gereken yemekler arasında.

Özbekistan’da çok kısa kalmış olsam da, hatta defalarca gelmiş olsam da her seferinde buraya olan hayranlığım katlanarak artıyor ve hatta daha buradan ayrılmadan özlemeye başlıyorum. Zaten gittiğiniz farklı bir ülkede enerji varsa, her yerinde o yoğun enerjiyi hissediyorsunuz. Ama burası herhangi bir ülke de değil; kendi öz yurdumuz, bizim için asırlar önce hayatlarını bizim yol ışığımız olmak için vakfetmiş Atalarımızın yurdu. Özbekistan deyince aklıma gelen ilk cümle: “Tarih ve maneviyatımızın kalbinin attığı yer, Atalar yurdumuz Özbekistan.” Cümle böyle olunca da başta yoğun tarihi, manevi havası, kendine has mimarisiyle, yemyeşil parklarıyla, düzenli metro ağıyla, içinde bulunduğu coğrafi güzelliklerle ziyaretçilerine enerjinin de çok ötesinde muhteşem, unutulmayacak günler, bir tatil dönemi, hatta saatler sunuyor.
Atalar yurdumuz Özbekistan hem şehir hem doğa tatili yapmak için eşsiz bir ülke ve benim Atalar yurdu deyince, “adına Türkistan dediğim sevdam ile beraber sevda beldelerim, defalarca da gitsem en büyük özlemlerim” gözümde canlanıyor. Vesselam…