Şimdi yükleniyor

Uluslararası Bakü Kitap Fuarı’nda Türk Yazarlar Okurlarıyla Buluştu

9 uluslararasi baku kitap fuarinda turk yazarlar okurlariyla bulustu

Uluslararası Bakü Kitap Fuarı’nda Türk Yazarlar Okurlarıyla Buluştu

Azerbaycan Kültür Bakanlığının organize ettiği 9. Uluslararası Bakü Kitap Fuarı’nda, Bakü Yunus Emre Enstitüsü çeşitli yazarları ağırlayarak Türk edebiyatını tanıttı. Bakü Expo Center’da 11 ülkeden yaklaşık 140 yayınevinin katıldığı fuarda, Ercan Kesal, Ömer Erdem, Birsen Ekin Özen ve Azerbaycanlı yazar Nergiz İsmailova Yunus Emre Enstitüsü standında kitaplarını imzalayarak okurlarıyla buluştu.

Ercan Kesal: “Hekimlik hastayı dinleme sanatıdır”

Ünlü oyuncu, doktor ve yazar Ercan Kesal, TIBB Üniversitesinde düzenlenen “Hekimlik Sanatları” isimli söyleşide genç meslektaşlarıyla bir araya geldi.

Ercan Kesal, hekimliğin kuralları olan, öğrenilen ve o kuralların dışına çıkılmayan bir meslek olmadığını, hastayla birlikte hekimliğin yeniden keşfedilen bir sanat olduğunu belirtti. “Hastalık yoktur hasta vardır” diyen Kesal, hekimliğin öğrenilenlerin yeniden gözden geçirildiği uzun bir yolculuk olduğunu kaydederek şöyle devam etti:

“Yaptığınız aslında benzersiz ve hassas bir meslektir. Hastanıza önce zarar vermeyeceksiniz, iyilik sonra gelir.  Bu hassasiyetle başlayacaksınız onunla konuşmaya. Hekimlik hastayı dinleme sanatıdır, hasta iyileştirme sanatı değildir. Hastayı bütün samimiyetinizle, bir üslup içerisinde dinlerseniz hastanızı iyileştirirsiniz. Bugün modern dünyada endüstri hekimliğinin bizi mahkûm ettiği şey hastayı dinlememektir. Hastanın duygularının peşinde olmamaktır. Hastanın laboratuvar ve tomografi sonuçlarına bakmak, hekimlik değildir. Hastanın size güvenmesi ve hastanın sizinle çok özel bir ilişki kurmasıyla mükellefsiniz. Hasta ile çok güçlü bir yolculuğunuz ve sadece ona ait bir yolculuk olmalıdır.”

“İyi bir hekim olarak anılmak istiyorsanız, iyi bir edebiyatçı olmalısınız”

Hekimlik yıllarında günlük yazdığını, hekim-hasta hikâyelerinin mesleki hayatında çok büyük bir katkısı olduğunu dile getiren Kesal, “Bir hekim tek başına sadece teknik bir iş yapmaz. İyi bir hekim olarak anılmak istiyorsanız, iyi bir edebiyatçı, iyi bir sinemacı olmak zorundasınız. Mutlaka bir enstrüman çalmalısınız, mümkünse resim yapmalısınız. Bütün bunlar sizi hastanızla aranızdaki ilişkiyi besleyen, onu güçlendiren şeylerdir. Şiirden anlamayan, edebî metinleri analiz edemeyen, kitap okumayan, iyi müzik dinlemeyen, resim sevmeyen biri hekim olmaz. Başka bir meslekten olabilirsiniz, başka bir mesleği yapabilirsiniz ama hekimliği yapamazsınız. Bu söylediğim şeyleri yapmazsanız eksik kalırsınız.” diye konuştu.

Hikâye yazarı, aktör ve senarist kimliğinden önce doktor olduğunu, hekim olmasaydı sinemacı olamayacağını anlatan Kesal, “Ben hekim olmasaydım yazamazdım. Benim oyunculuğumda aktörlüğümle ilgili bütün birikimim hastalarımı iyi dinlemekti. Yıllarca ben onları gözlemledim, çünkü kasabalarda, köylerde bazı hastalarla saatlerce uğraşmak zorunda kaldım. Ateşli bir çocuk hasta gelirdi, ateşi düşmezdi. Bu arada ne yapacaksınız? Çocuğu gözleyeceksiniz, belki ailesine bakacaksınız, etrafını gözleyeceksiniz. Hastalar size güvenirlerse, kendi hikâyelerini çekinmeden anlatırlar. Siz onun bizdeki anlamıyla sır kâtibi olursunuz. Sır kâtibi olmak çok kıymetli bir şeydir. Siz onun bütün dünyasının sırlarına ortak olur, onun sırdaşı olursunuz.  Aranızda bir duygudaşlık olur, başka kimse bilmez, bu sizi büyütür, bu sizi olgunlaştırır.  Biz onu saklarız ve biz bu yüzden her hastayla başka bir ilişki kurarız. Bütün bu hasta hikâyeleri beni rejisör, senarist ve sinemacı yaptı.” dedi.

“Bilge hekim olmaya çalışın”

Genç doktor adaylarına tavsiyelerde bulunan Kesal, Azerbaycan’ın güçlü bir müzik kültürüne sahip olduğunu kaydederek “Hekimliğinizi millî müziğinizle birlikte geliştirebilirsiniz. Hekimlik, başka mesleklerden enteresan bir şekilde kendini ayırır ama bu tuhaf bir şekilde size bir iktidar sunar. Size kibir de armağan etmeye çalışır. Doktorsunuz ve hastayla aranızda bir mesafe oluşur. Buna müsaade etmeyin, masanın bu tarafında durmayın, masanın öbür tarafında duran birini iyi anlamak istiyorsanız onunla diğerkâm olmayı deneyin.” şeklinde konuştu  

Hasta ile empati kurmanın tek başına yeterli olmadığını, aksine empati kurmanın hastayı anlamak da olamayacağını aktaran Ercan Kesal, şöyle devam etti:

“Hastanızda empati kurmak demek hastanızı anlamak değildir. Diğerkâm olmak, hastanızı kendinizin yerine koymak yani onun acısını, sızısını, şikâyetini içinizde hissetmektir. Ancak o zaman ona faydanız dokunabilir ve bu aslında kendi içinizde yaptığınız bir yolculuktur. Bu yüzden hekimlik bilgeliktir. Hekimlik bilgi içermez. Tek başına bilgiye iman etmeden ve bilgelikten vazgeçmemek lazım. Kendinizi hekimlik iktidarınızın dışında bir yerde bilgelik makamında muhafaza ediniz.”

“100. Yılında Türk Şiiri”

Şair Ömer Erdem, Bakü Devlet Üniversitesi Türkoloji Bölümü öğrencileriyle bir araya gelerek “100. Yılında Türk Şiiri” hakkında konuştu.

Modern Türk şiirinin aslında Türkiye’nin modernleşmesinin bir süreyi, bir yansıması hatta biraz aşırı yorumla esasını oluşturduğunu kaydeden, Ömer Erdem, 19. yüzyıldan itibaren bütün dünyada imparatorlukların çözüldüğü ve parçalandığı sürecin yaşandığını belirterek, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasının sadece siyasal bir sistemin çökmediğini, onunla birlikte kültür dünyamızın parçalandığını şu sözlerle ifade etti:

“Bizim de imparatorluğumuz 19. yüzyılın sonunda parçalandı. Bir imparatorluğun parçalanması demek, sadece siyasal bir olay değildir. Bir imparatorluğun parçalanması demek, kültürel yaşamın ortadan kalkması demektir. Kültür şehirlerden, ideallerden, düşünce ve sanat eserlerinden oluşur. Fakat hiçbir yıkım kendi içerisinde araçsız olmaz. Biz yıkılırken aslında nereden ayağa kalkacağımızı, kendimizi dünya karşısında nasıl inşa edeceğimizi, kendimizi nasıl tanımlayacağımızın da peşindeydik. Doğal olarak modern Türk şiiri sadece bir sanat faaliyeti değildir, modern Türk şiiri yıkılmış, ama yeniden kurulmuş bir devletin, bir toplumun kendisini yeniden inşa etme, kendini arama ve ifade etme sürecidir.

Klasik dünyanın içerisinde olmadığımızı,  modern dünyanın her şeyi parçaladığını ve her şeyi yerinden ettiğini,  en çok da insanı yerinden ettiğini dile getiren Erdem,  “İnsanın yerinden olması başka parçalamışlıklara, başka yıkılmışlıklara benzemez. İnsanın yıkılması, insanın parçalanması, kendi içindeki başka sebeplerde bağlıdır.” dedi.

“Modern şiirimizin iki kurucu şairi Yahya Kemal ve Ahmet Haşim”

Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı karşısında aydınlarımızın çare aradığını kaydeden Erdem şöyle devam etti:

“Artık doğal olarak batı bir yeniden ayağa kalkışın, bir yeniden oluşun formülasyonu olarak önümüze kondu ve bizim edebiyatçılarımız bizim şairlerimiz de bunun öncülüğüne düştüler. İşte batılı formda edebiyat eserleri vermek, tiyatro yazmak, şiir yazmak, roman yazmak gibi.  Biliyorsunuz her büyük atılımın, emekleme dönemleri vardır ve bizim modern şiirimiz iki büyük şaire gelinceye kadar, modern şiirimizin iki büyük kurucu şairi var. Bunlardan bir tanesi Yahya Kemal, diğeri Ahmet Haşim’dir.

Bu iki şairimize gelinceye kadar bizim modern şiirimiz, bizim edebiyatımız aslında emekler. Emeklerken de tökezler. Yani bir türlü tam kendisi olamaz, çünkü dışarıdan form geliştirir. Mesela bizim edebiyatımızda roman, tiyatro yazarı,  deneme yazarı diye bir şey yok. Çünkü biz bir şiir toplumuyuz, yani hepimiz bir şiir toplumuyuz. Hukuk tarihi kitabımızı bile şiirle yazmış, şiirle ifade etmiş bir toplumuz. Doğal olarak yabancı bir formu, yabancı bir şekli kendin kılmak kolay değildir. Fakat Ahmet Haşim ve Yahya Kemal hakikaten iki büyük kurucu şairdir, bunlar eser vermeye başladıkları zaman bizim modern şiirimiz ve modern edebiyatımız da yavaş yavaş kurulmaya ve inşa edilmeye başlandı.”

Modern edebiyatımızda, roman, hikâye, hatta tiyatro yazarlarımızın dünya edebiyatıyla boy ölçüşebilecek kadar geliştiğini, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın modern Türk edebiyatında bir kaynak olmaya devam etiğini ileri süren Erdem,  modern romanın teknikleri kullanılarak dünyanın herhangi bir diline çevrildiği zaman insanlara hitap edebilecek, insanların dünyasına girebilecek bir eser olduğu için Tanpınar’ın okunduğunu söyledi. Ancak 100 yıllık Cumhuriyet şiirinin toplamına, zenginliğine, çeşitliliğine bakıldığı zaman bu zenginliğin toplum karşısındaki bilinmesi, algılanması, okunması, yaşanması arasında büyük bir kopukluk olduğunu da söyleyen Erdem şöyle devam etti:

“Romanı çevirmeniz, romanı satmanız, roman alabilmeniz daha kolay, çünkü roman artık çağdaş bir formda şiir insanlardan daha başka şeyler istiyor. Neden? Şiir her şeyden önce kendisi kalabildikçe, yani yaratıldığı dilin kendi özünde, kendi biçiminde, kendi ruhunda, kendi özgürlüğünde kalabildikçe kendisi olan bir türdür. Şiir dediğimiz şey hibrit bir tür değil, oysa roman hibrit tür. Fakat bir dilin, o dili konuşan toplumun kendi özgün kişiliği ancak şiirde temayüz edebiliyor, açığa çıkabiliyor.

“Şiir kendi özgürlüğümüzü koruyor”

Modern dünya bizi bir aynılaştırma, bizi birbirimize benzetme projesi olarak da yürüyor. Fakat nasıl olacak da biz dünyadan kopmadan kendi varlığımızı, kendi özgürlüğümüzü koruyabilmeliyiz. Kendi kişiliğimizi kaybettiğimiz zaman kendi varlığımızı da kaybetmiş olacağız ve insan kişiliğini, toplum özgürlüğünü en net kristalize şeklinde yansıtabilen şiirdir.  Biz ancak şiirle kendi özgürlüğümüzü devam ettirmeye çalışıyoruz.

Benim için şiir, insanın kendi özgürlük hakkını bu modern dünyanın bütün dayatmaları içinde estetik formdan düşmeden savunmaktır, korumaktır ve insana biricik olduğunu sonsuza kadar onu biricik kılan şeyim bir dil sahibi olduğunu hatırlamak, hatırlatmaktır.

Şiir, bize sürekli bu şairaneliği duyurur. İnsanın kötülüklerini düşündüğümüz zaman, insanın birbirine karşı kıymaklığını düşündükçe, toplumların birbirlerine karşı tutumlarını düşündüğümüz zaman işte şurada yakınımızda Gazze’de çocuklar katlediliyor, insanların şehirleri, evleri bombalanıyor ve bunu insan yapıyor. Gökten inen bir varlık değil! Şiir o zaman yeryüzünde bizim şairane bir mukim olarak bulunma özgürlüğümüzü yaşatıyorsa ben inatla bunun peşinde olduğum hissini veriyorsam bu benim varoluşumun en kıymetli karşılığı demektir.”

Birsen Ekin Özen, Bakü’deki ilkokullarda, “Neden Okuruz?” başlığıyla bir konuşma yaptı. Hem masal anlatan hem de oyun oynayan Özen, çocuklarla buluştu.