Şimdi yükleniyor

Hüseyin Nihal Atsız vve Ardında Bıraktıkları

84 hilal sahin

Hüseyin Nihal Atsız vve Ardında Bıraktıkları

Vaktiyle bir Atsız varmış, var olsun.

Günümüzde Atsız denilince, belirli bir kesim tarafından söylenebilen bir deyiş oldu. Tam adı, Hüseyin Nihal Atsız olan yazar, Türkçü ve Turancı olması özelliğiyle tanınmaktadır. Atsız, Türkçüdür. Bunu hiçbir zaman gizlememiş, sonuna kadar savunmuştur. Hatta bunun birçok kanıtı bulunur. Bu kanıtlardan en etkileyici olanı “Topal Asker” hikâyesidir. Hikâye olarak ifade edildiğine bakmayın, gerçektir.

Atsız’ın; kimliği, kişiliği ve fikirleri açısından kesin ve net bir tavrı olduğu için kendisinin kitaplarını okurken oldukça önyargılı idim. Okudukça önyargının bir kez daha ne kadar yanıltıcı olduğunu anladım. Atsız’ı bu kadar ertelediğim için pişman olduğum, acı bir gerçektir. Şu ana kadar üç kitabını okumama rağmen Atsız’ın edebî kimliği, üslubu, anlatımı oldukça manidardır. Eserlerinde sembolizmi oldukça etkili bir şekilde kullanmıştır. Olay örgüsü akıp giderken, siz de orada olayı izleyen, her şeyin farkında olan bir yan rol karakteri olarak bulursunuz kendinizi. Atsız, aynı zamanda iyi bir şairdir. 20. yy.da aruz ölçüsünü sadece Türkçe kelimelerle kullanan büyük bir şairdir. Bu, onun görüşünü her ne kadar aşikâr etse dahi, bundan anlayacağımız, çağın kalıpları dışında oluşan bir eylem aslında. Bu şiirlerinden beni en çok etkileyeni, “Geri Gelen Mektup”tur. Bu eseri okurken; sevgi, aşk, ilişki ve bağ gibi kavramlar toplumun alıştığı kalıpların dışına çıkıyor ve yeni bir anlam kazanıyor. İnsana yeni bir bakış açısı kazandırıyor, sanki şöyle söylüyor: Olayları, aşkı, yaşamı ve ilişkileri, Türkçülüğü hep aynı tanımla okudunuz. Eğer benim eserlerimi okur ve anlarsanız, yeni bir bakış açısıyla olaylara bakabilirsiniz…

Atsız, mesleklerin en kutsalı olan öğretmenlik mesleğini icra ediyordu. Neden en kutsal meslek olduğunu merak ederseniz; öğretmenler duruşu, anlatışı ve insanı yetiştirme bakımından toplumda ehemmiyetli bir yere sahiptir. Bugün; doktorların, vekillerin, başkanların ve ülkemizdeki nice insanların zamanında iyi veya onlara göre kötü olarak nitelendirdiği öğretmenleri olmuştur. Öğretmenler, bir neslin oluşmasında aileden sonra en büyük katkıyı sağlayan kimselerdir. Hiç unutmam, 7 yaşında okula başladığım zaman rahmetli dedem ile okula gittiğimde bana şu sözleri öğütlemişti: “Bak torunum, artık okula başlıyorsun ne şartla olursa olsun öğretmenlerine saygısızlık etme, karşı çıkma, onları dinle, anla! Hayatına yeni yeni başladığın bu dönemlerde öğretmenlerin senin için çok önemlidir. Bunu göz ardı etme!” Bu sözler, o yaşımda öğretmenliğin ne kadar kutsal ne kadar ehemmiyetli olduğunu idrak etmemi sağlayan sözlerdi benim için. Belki yine idrak ederdim lakin bu kadar erken olmazdı. Bu meyanda Atsız’ın dersinden geçmek için belirli şartları da vardı. Bu şart, herkes İstiklal Marşı’nı ezbere bilecek, bilmiyorsa öğrenip okuyacak, anlayacak ve ülkenin nasıl kurulduğunu, yaşanan tüm hadiselerin bir ülkenin marşında nasıl ifade edildiğini anlayacaktı. Ona göre dersten geçecekti. Atsız, bu konuda oldukça katıydı. Öğretmenlik, bu sebepten ötürü de kutsaldır gözümde. Bir öğretmen size nasıl görmemiz gerektiğini anlatır. Eğer bundan ders çıkarır ve yaşamınıza uygularsanız; kendinizi bulmanız, anlamanız, toplum içinde var olmanız gibi bütün unsurları yeni bir bakış açsısı ile öğrenir, yaşamınıza göre şekillendirebilirsiniz.

Cumhuriyetimizin kuruluşundan itibaren ülkemizde yaşanan kutuplaşmalar, insanımızı birbirinden kopardı. Farklı görüşteki iki insan oturup görüşlerini birbirine ifade etmeye kalkışsa, kavgalar çıkar oldu. Bunun nedeni nedir? Buna oldukça farklı cevaplar verilebilir. Lakin ortak bir paydada buluşamadığımız ve ayrıldığımız için bu duruma da cevap bulamıyoruz, belki de bulmak istemiyoruz. Toplumumuzda bu durum, günümüzde de oldukça hat safhalara ulaştı. Örneğin bir “Atsız” kitabı olan “Ruh Adam”ı alıp okursanız, bunu da toplum içerisinde yaparsanız hemen kalıbınız hazır. Bu ayrımın sebebi, kitabın müellifinin Atsız olması, düşünceleri, görüşü… Kitaplar evrenseldir aslında, bir kitabı alıp okuduğunuzda “o”cu veya “bu”cu olmazsınız. Yeni bir şey öğrenir, bunu kendi yaşamınıza göre şekillendirirsiniz. Bir insanı düşünüyor ve onu ifade ediyor diye o kişiyi yaftalamak nasıl bu kadar basit olabilir? Herkesin ifade ve düşünce özgürlüğü yok mudur? Düşünmeyen bir insan toplumda var olabilir mi? Veya 1984 romanında ifade edildiği gibi genel olarak tek bir düşüncenin dikte edilmesi, sadece bunun kabul edilmesi hadisesi Cumhuriyet toplumuna yakışır mı hiç? Bir insan, yeni bir dünya demektir. Neden sadece kendi düşüncemize yakın olan insanları okuyalım? Yeni insanlar, yeni yazılar, yeni kitaplar okusak daha iyi olmaz mı? Günümüzde ortaya çıkan akımların, görüşlerin, tutumların ortaya çıkabilmesi için yeni kitaplar gerekir. Örneğin Atsız, başta söylediğimiz gibi Türkçü ve Turancı bir yazardır. Bu görüşünün oluşumunda, okuduğu kitapların etkisi küçümsenemez. Bir görüşü kabul etmemiz, savunmamız için karşıt görüşü de iyi bilmemiz gerekmektedir. Bir olaya/olguya tek yönden bakarsak, arka tarafta kalan anlamını yitirir. Ayrışma olur. İkisini eşit değerlendirebilirsek bir bütün oluruz.

Atsız’ı okudukça, kendisini araştırdıkça, genel yargılarım hep bu yönde oldu. Bir insanın görüşü farklı olduğu için yargılanmamalı. Aksine okunmalı, ufkumuzu geliştirmeliyiz. Araştırmadan öğrenemeyiz; öğrendiğimizi yaşamımıza katmaz, olduğumuz gibi kalırsak toplum ayrışmaya devam eder.

O kadar uzun süredir “toplum ayrışmalarıyla” karşı karşıyayız ki, düzelmek ve düzeltmek için çaba göstermeyi unuttuk. Fikirlerine hayran kaldığımız kişilerin hoşumuza giden sözlerini alıp sosyal medyada kullanıyoruz. Eksiğimiz, çoğumuzun paylaştığı şeyin farkında olmaması. Ayrıca değişim ve gelişim için bir şey yapmıyor, suçu hep başkasına atıyoruz. Atsız öyle mi yapardı? Bir an olsun düşüncesini savunmaktan vazgeçti mi? Yazmaktan bıktı mı? Tabii ki hayır. Aksine daha çok çalıştı, daha çok yazdı, öğretmekten vazgeçmedi. Vazgeçse, hâlâ dilimize pelesenk olan şiirler, defalarca okuduğumuz yazılar ortaya çıkar mıydı? Elbette ki çıkmazdı. Başta ifade ettiğimiz, “Vaktiyle bir Atsız varmış…” diyemezdik. Atsız; değişimin, gelişimin bir kişi ile başladığını çok iyi biliyordu. Buna binaen bu yönde çalışmalar yaptı. Ardında büyük eserler bıraktı.

Atsız’ı anlamak ve onun fikirlerini yaşatmak için onun eserlerini okumalı, önyargılardan ve gerçek dışı görüşlerden uzaklaşmalıyız. Onu okuyup anlasak bugün kutuplaşma olur muydu? Ne yazık ki ne birbirimizi anlamaya ne de birlikte yaşamaya çaba sarf ediyoruz. Kavga etmek, birbirimizi kırmak ve ötekileştirmek; konuşmaktan, fikrimizi birbirimize beyan etmekten daha kolay geliyor. Atsız, ardında kıymetli eserler ve görüşlerini bıraktı. Mühim olan, bizim o eserlere nasıl baktığımız; taraftar gibi mi yoksa duygulardan uzak gerçekçi mi? Siz karar verin. Siz, Atsız’dan neler öğrendiniz?

Doç. Dr. H. Hilal ŞAHİN &
Ergün AYDIN