Şimdi yükleniyor

Halil Hâlid Bey ve Türk Dış Politikası

105sayikweb 4 e1706015260707

Halil Hâlid Bey ve Türk Dış Politikası

İlmiye ve tasavvuf sınıfından Ankaralı bir aileye mensup olan Halil Hâlid Bey, II. Meşrutiyet’in sancılı fikir akımları zamanlarında yetişmiş son dönem Osmanlı aydınlarından birisidir. Devletin içinde bulunduğu siyasal ortam ve ülkenin gençlerinin bir taraftan devletin geleceğine çare ararken diğer taraftan kendi kişisel özgürlük alanlarını bulma arayışları O’nu da etkilemiştir. Hayatı, medreseden hukuk eğitimine, memuriyet hayallerinden gazeteciliğe ve Avrupa’ya açılan bir serüvenle şekillenmiştir. Halil Hâlid Bey’in ailesine, II. Mahmut tarafından tahsis edilmiş bulunan toprakların II. Abdülhamit zamanında müsadere edilmesi ise (ile) hem ekonomik sıkıntılar nedeniyle bazı kararlar vermesine hem de ilk gençlik yıllarında Abdülhamit’e karşı oluşan muhalefete sempati duymasına neden olmuştur. Kendi zamanının tüm fikir ve siyaset adamları gibi Halil Hâlid Bey de zaman zaman çeşitli fikir akımlarından etkilenmiştir. Balkan Savaşları sırasında ya da Osmanlı bakiyesi topraklarda emperyalistlerin emellerini anlatırken Osmanlıcı; ama İngiltere’de “Cami Cemaati’’ kurduğu sırada İslamcıdır. I. Dünya Savaşı’nda ve sonrasında Türkçü; ama bir aydın olarak eleştiri yaparken Batıcıdır. Hem bir diplomat hem fikir adamı hem aktivist hem de Teşkilat-ı Mahsusa üyesidir. Halil Hâlid Bey’i, döneminin diğer aydınlarından ayıran en önemli özelliği, Doğu’yu da Batı’yı da iyi bilmesidir. Bu nedenle Batı emperyalizmi ve Müslüman Doğu’nun içinde bulunduğu problemler, çıkış yolları gibi konulardaki tespitleri günümüzde dahi çok kıymetli, somut ve gerçekçidir. Bu çalışmada aksiyoner kişiliği ile öne çıkan, yazılarında daha çok İngiliz emperyalizmi üzerinden “Türk Dış Politikası” hakkında tespitler yapan Hâlid Bey’in hayatı, faaliyetleri ve fikirleri incelenecektir.

Hayatı ve Faaliyetleri
Halil Hâlid Bey; 1869 yılında Ankara’da doğmuştur. Hayatıyla ilgili bilgilerin çoğu, kendi eserlerinden öğrenilmektedir. Ankara’da ilköğrenimini bitirdikten sonra amcasının isteği ile Beyazıt Medresesi’ne daha sonra kendi tercihi ile Hukuk Fakültesi’ne devam etmiştir. Halil Hâlid Bey’in anılarındaki Ankara ve İstanbul hayatı ile medrese eğitimine dair ayrıntılar, zamanının sosyolojik yapısına ışık tutmasının yanı sıra II. Abdülhamit Dönemi’nin eğitim sistemi hakkında bilgi vermesi nedeniyle (de) önemlidir. Mezun olduktan sonra Yıldız Köşkü’nde devlet memurluğuna başlamış, buradan avukatlık mesleğine geçmiştir. Bu dönemde Ebûzziyâ Mehmed Tevfik’in matbaasında gazeteciliğe başlamıştır. II. Abdülhamit’e muhalif davranışları ve Avrupalı sefirlerle görüşmesiyle dikkat çeken Halil Hâlid, dönemin sıkıyönetim ve jurnal sistemi olan hafiye takibatına uğrayınca, The Times yazarı bir tanıdığının yardımı ile İngiltere’ye gitmiştir. O dönem Avrupa’ya giden herkes Jön Türklerle ilişki kurmasının engellenmesi için takip edilmekte ve memlekete dönmesi kolaylaştırılmaktadır. Londra’da konsolos yardımcısı olan Abdülhak Hâmid Tarhan vasıtası ile Halil Hâlid de İstanbul’a dönmeye ikna edilmiştir. İstanbul’a döndükten sonra kendisine sağlanan imkânlardan memnun olmadığı için yeniden İngiltere’ye gitmiştir.
Hürriyet Gazetesi’nde yazmaya başlayan Halil Hâlid, Osmanlı Devleti’nin yaşadığı uluslararası sorunlar hakkında yazarak Türk milletine yönelik saldırılarla mücadele etmiştir. Avrupa’da Osmanlı lehine kamuoyu desteği oluşmasında etkili olmuştur. Bu dönemde tabiî olarak padişahı eleştiren yazıları da vardır. Selim Faris gibi isimlerle görüşmesi de dikkat çekmektedir. Saray, Halil Hâlid’in, Jön Türklere katılmasının önüne geçmek için o dönemde Saray’ın, aydınları muhalefetten vazgeçirme yollarından birisi olan memuriyet verme siyasetinin bir örneği olarak Londra konsolos yardımcılığı görevine atamıştır. Konsolos yardımcılığı sırasındaki en önemli çalışması Basra Körfezi Raporu’dur. Raporda, İngiltere’nin Osmanlı topraklarına yönelik tüm emperyalist hedefleri sayılmakta ve buna karşı devletin alması gereken önlemler anlatılmaktadır. Halil Hâlid’in bu dönemdeki çalışmalarının İstanbul’da önemsendiği ve kaybetmek istenilmediği, Londra Sefiri Antopulos Paşa ile yaşadığı anlaşmazlıklardan
sonra görevden alınmamasından anlaşılmaktadır. Halil Hâlid, atandığı andan itibaren yaşadığı zorluklar nedeniyle Antopulos Paşa aleyhinde bir risale yazmış, Sefir Paşa da Halil Hâlid’in görevden alınmasını istemiştir. Abdülhak Hâmit, padişaha muhalif yazılar yazdığı için görev verilen birisinin sefir aleyhine yazdığı için görevden alınmasının istenmesinin anlamsızlığından yakınır. Abdülhak Hâmid’in mektuplarından anlaşıldığına göre: Halil Hâlid, Londra’daki görevine daha sonraki tarihlerde devam etmiştir. İyi derecede İngilizce, Fransızca ve Almanca bilen Halil Hâlid Bey, 1897 yılında Cambridge Üniversitesi’nde Türkçe dersleri vermeye başlamıştır. Böylece Cambridge Üniversitesi’nde ders veren ilk Türk hoca olmuştur.
Cambridge Üniversitesi’ndeki yıllarında en önemli faaliyetleri “Cami Derneği” kurması, Kraliyet
Asya Derneği’ne üye olarak kabul edilmesi, Mısır-Sudan Seyahati, Cezayir Şarkiyatçılar Kongresi’ne katılmasıdır. Cami Derneği faaliyetleri, Hindistan’da kuvvetli dostluk ilişkileri kurmasına yardımcı olmuştur. Yine bu dönemde “Cezayir Hatırâtı” isimli bir kitap yayınlamıştır. Kitapta, Osmanlı Devleti’nin bölgedeki egemenlik durumu, Türk-Arap ilişkileri konusunda görüşleri vardır. Ayrıca bir İslam ülkesi olan Cezayir’in Fransız sömürgesi olarak nasıl Fransızlaştırıldığını, nasıl bir Avrupa şehri görünümüne büründüğünü teferruatıyla betimlemiştir.
Halil Hâlid Bey, 1907 yılında yayımladığı “Hilal Salib Münazaası” isimli eserinde Müslümanları, Batı’nın emperyalist emellerine karşı; Batı’ya ait malların reddedilmesini teklif eden bir “Boykot”a davet etmiştir. 1908 yılında ise Servet-i Fünûn Dergisi’nde Horasanî mahlası ile yazdığı sırada,
Avusturya’nın Bosna Hersek’i ilhak etmesi üzerine, daha önceden yazdıklarına atıfta bulunarak “boykot çağrısı” yapmıştır. Bu çağrı, tüm İslam coğrafyasında karşılık bulmuş, “1908 Avusturya Fes Boykotu” olarak tarihe geçmiştir. Bu boykot, II. Meşrutiyet döneminin ilk toplumsal hareketidir. Ekonominin devletlerarası ilişkilerdeki gücü görülmüştür. Toplumsal hareketleri ustalıkla kullanan İttihat Terakki Cemiyeti de boykot kültürünü kullanarak kitleleri kendi hedefleri doğrultusunda harekete geçirmeye çalışmış, büyük oranda da başarılı olmuştur. Halil Hâlid Bey, Türkçede “boykot” kelimesini kullanan ilk kişidir.
1911 yılında Cambridge’deki görevinden ayrılmış, Türkiye’ye dönmüştür. 1912 yılında, İttihat ve Terakki Fırkası Ankara mebusu olarak Meclis-i Mebusan’a girmiş, yine 1912 yılında Meclis’in feshedilmesi ile siyasi hayatı sona ermiştir. 1913 yılında Bombay Başkonsolosluğu’nu kabul ederek
Hindistan’a gitmiştir. İngiltere’de iken kurduğu dostane ilişkileri sayesinde Hindistan’da sevgi ve saygı ile karşılanmış, Osmanlı diplomasisindeki Hindistan’la ilgili pürüzleri rahatlıkla gidermiştir. 1914’te istifa edip yurda dönmüş, savaş sırasında Berlin’e gitmiştir. 1922 yılında İstanbul Dârülfünûn Edebiyat Fakültesi’ne tayin edilmiştir. 1931 yılında vefat etmiştir.

Fikirleri
II. Meşrutiyet Dönemi, Tanzimat’tan beri ortaya çıkan fikir akımlarının artık kendisini iyice ortaya koyabildiği, netleştiği dönemdir. Bu dönemde belli başlı fikir akımları Osmanlıcılık, Türkçülük, İslamcılık ve Batıcılık (Garpçılık) olarak sınıflanmıştır. Aslında bu akımlar arasındaki en belirgin fark, devleti, içine düştüğü buhranlı durumdan kurtarma gayesinin yöntemleridir. Dönemin aydınları, devleti kurtarma gayesi ile tüm bu fikir akımları arasında gidip gelen bir zihin maratonuna sahip olsalar da II. Abdülhamit’in mevcut durumdan sorumluluğu noktasında uzlaşmış gibi görünürler. Abdülhamit yönetimine ilişkin konularda İslamcılar, İttihat ve Terakki ile paralel biçimde meşrutî yönetimi savunmuşlardır.
Halil Hâlid Bey, yaşadığı dönemin koşulları itibarıyla tüm akımlardan etkilenmiştir. Tarih, medeniyet, hilafet gibi birçok konuda yayınları olmakla beraber asıl olarak Müslüman Doğu’nun sorunları ve Batı emperyalizmine karşı nasıl aksiyon alınacağı üzerinde durmuştur. İngiltere’de yaşadığı yıllarda, İngiliz emperyalizminin iç yüzünü tahlil etmiş, sömürgeci devletler ve sömürülen milletler konularında risaleler yazmış, sömürü düzenine karşı durmuştur. Batılıların, “medenileştirmek”, “medeniyet götürmek” iddiasının yersiz olduğunu ve gerçek amacın sömürgeleştirmek olduğunu; asıl medenileştirilmesi gerekenin Müslüman Doğu değil emperyalist Batı olduğunu vurgulamış, İslam toplumlarını devletlerarası ilişkilerde Batı emperyalizmine karşı dikkatli olmaya çağırmıştır. Özellikle Batılıların, Türkiye’de “zulme uğramış gayrimüslimler” iddiasını, Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışma bahanesi olarak nasıl kullandıklarının anlaşılması için çaba sarf etmiştir.
Yazılarında Pan-İslamist olan Halil Hâlid’e göre, İslamiyet ve Hristiyanlık arasında bir düşmanlık olamaz. İslamiyet, Hristiyanlığın tüm öğretilerine saygılıdır, aradaki düşmanlığın nedeni ise ruhban sınıfının düşmanca hikâyeleridir. Eserlerinde, ruhban sınıfının İslam dünyasında düşmanlığını defaatle vurgulamıştır. Pan-İslamizmi Müslüman ülkelerin birleşmesi olarak tanımlamış ve bunun Hristiyanlığa karşı herhangi bir tehdit oluşturmadığını, anti-batıcı bir hareket olmadığını savunmuştur.
İngiltere’de artan Türk düşmanlığı hakkında 1904 yılında Pan-İslamıc Society tarafından yayınlanan
“A Study in English Turcophobia” isimli yazısı, yakın zamanda İngiltere’de Türkofobi ismiyle yeniden yayımlanmıştır. Türkofobi’de, İngilizlerin Türk düşmanlığının hangi çevreler tarafından körüklendiğini, Türk karşıtlığının, Türkiye, uluslararası anlaşmazlıkların içine düşünce nasıl arttığını, halkın, Türklere karşı Türkofobik politikacılar ve gazeteciler tarafından tahrik edildiği anlatılmıştır. İngilizlerin, Osmanlıyı yok etme siyaseti ile ilgili makaleler yazmış, İngiltere’nin Türkiye üzerindeki emperyalist hedeflerinin 1852-1856 Kırım Savaşı’na kadar dayandığını belirtmiştir.
Uluslararası sorunlarda İngiliz devlet adamlarının her zaman Türk milleti aleyhine strateji geliştirdiğinden bahisle Türkiye ile Mısır ve Arap ülkeleri arasındaki bağlantıyı koparmak siyasetinin neticesinde “Türk Dış Politikası”nın nasıl bir çıkmaza sürüklendiğini tahlil etmiştir. Tespitlerine göre: Mısır’a tamamen hâkim olarak Akdeniz’i kontrol altına alan İngilizler, Süveyş tarafından Kızıldeniz’i kontrol etmiş, Basra Körfezi’ni de denetim altına alınca, Güney İran’da etkili bir nüfuz alanı elde etmiştir. Arap Yarımadası’nda birtakım aşiretlerle anlaşmalar yaparak denetim altına almış, Rumeli topraklarında azınlıkları kontrol etme ve Doğu Anadolu’da kontrol edebilecekleri bir Ermenistan devleti kurma planlarının somutlaşması ile de Boğazların, İngiliz siyaseti açısından bir kıymeti kalmamıştır. Böylelikle Çarlık Rusya’sı ile Türkiye toprakları üzerinde rahatlıkla pazarlık yapılmıştır. Fakat Osmanlı devlet adamları Boğazlar ve İstanbul’un Rus saldırısına maruz kalıp kalmamasının İngiltere açısından artık önemsiz olduğunu kavrayamamışlar, muhtemel bir Rus tehlikesine karşı İngiltere’nin bölgede stratejik çıkarları olduğu tezi üzerinden politika üretmişlerdir. Bu dönemde İngiltere’de Türk düşmanı olarak bilinen Gladstone’un politikalarını takip eden Salisbury, Balfour gibi politikacılar iş başındadır. Ve Boğazların önemsizleşmesi, onların elini Türkiye aleyhine politikalarda rahatlatmıştır. Bu tespitler, I. Dünya Savaşı öncesinde Boğazların stratejik önemi hakkında yapılan genel geçer yorumların tam aksini iddia etmektedir.
Türk-İngiliz ilişkilerinde emperyalist hedeflerin bir diğeri de Musul petrol bölgesidir. I. Dünya Savaşı’nda Türklerden intikam almak için var gücüyle saldıran İngilizler, Musul’u da hukuksuzca ele geçirmişlerdir. Mondros Mütarekesi şartlarına göre askerler, bulundukları yerleri terk etmeyeceklerdir. Fakat Musul’u isteyen İngilizler, uluslararası hukuka aykırı şekilde Musul’a gireceklerini bildirmişler, henüz Türk Ordularının elinde olan Musul’dan, askerin çıkması için İstanbul’da esir olan hükûmete tahliye emri verdirmişlerdir. İngilizler, Mondros Mütarekesi şartlarına aykırı olarak 3 Kasım 1918’de Musul’a girmişlerdir. Böylelikle Musul, Ankara Hükûmeti tarafından yeniden savaşılarak alınmak zorunda olan bölgelerden birisi hâline gelmiştir.
İngiliz emperyalizmini tüm yönleriyle inceleyen Halil Hâlid’in Türkiye’nin İngiltere ile ilişkilerinin
geleceği konusunda fikirleri (de) dikkate değerdir. Meşrutiyet döneminden beri İngiltere’nin, bağımsızlığına müdahale edemeyeceği bir devlete sermaye vermeyeceğinin görülmüş olması gerektiğini, özellikle savaş sanayii için yüzyıllardır silahsız bırakmaya çalıştığı Türkiye’ye destek olmayacağını siyasetçilerin bilmeleri gerektiğini belirtmiştir. Gelecekte İngiltere’nin sömürge imparatorluğunu korumasının kendi içinde yük getireceğini tespit etmiştir. Bu, Doğu toplumlarının istiklali için bir umut ışığıdır. Ancak her ne olursa olsun Türkiye’nin İngilizlerle dış politikasında daima temkinli olması gerektiğini belirtmiştir. Asla, “İngiltere artık koparacağını kopardı aramızda düşmanlığa sebep kalmadı.” şeklinde safça bir düşünce ile hareket edilmemesi gerektiğini vurgulamış, İngiliz planlarına karşı uyanık olunması için uyarılarda bulunmuştur.
Bombay Konsolosluğu sırasında geliştirdiği dostluklar, Osmanlının bölge üzerindeki etkisini devam ettirmesinde etkili olmuştur. Hindistan ile ilişkilerin kopuk olmasında, Dünya Savaşı’nda Anadolu’ya gönderilen Hintli askerler sebebiyle Türkiye’nin haklı olduğunu, ancak uluslararası siyasette tarihî kültürel bağları olan toplumların birbirinden ayrı hareket etmesinin siyasi ve ekonomik sakıncaları olacağını savunmuştur. Aynı şekilde Cumhuriyet döneminde Arap ülkeleri ile ilişkilerin sınırlı tutulmasına da örtülü bir muhalefeti vardır.
Halil Hâlid, Türkiye’deki Ermenilerin haksız iddiaları konusunda da çalışmalar yapmıştır. Ermenilerin, Kafkasya’da kurulan Ermeni Devleti’nin sınırlarını Doğu Anadolu’yu içine alacak şekilde genişletme hedeflerine, İngiliz siyasetçilerin aktif şekilde katılmış olmasını, Anadolu’daki azınlıkları kışkırtmalarını eleştirmiştir. Bu konuda İngiliz politikacı Gladstone’a onlarca mektup göndererek, Ermenileri tahrik edici faaliyetlerini protesto etmiştir. Ermenilerin zulme uğradığı iddialarının asılsız olduğunu, aksine zulme uğrayanların Türkler olduğunu yazılarıyla anlatmaya çalışmıştır.

Sonuç
Halil Hâlid’in yaşadığı dönem Osmanlı Devleti, Batı’nın sömürgeci faaliyetlerine karşı mücadele ettiği, devletin istiklalini koruyarak hayatta kalmaya çalıştığı bir dönemdir. Dönemin bütün aydınları gibi Batı sömürgeciliğine karşı tavır almış, devletin geleceğine yönelik sorumluluğunu üzerinde hissetmiştir.
Gençlik yıllarında II. Abdülhamit’i devletin kötü gidişatının müsebbibi olarak görmüş ve Meşrutiyet’i savunmuştur. Ancak konsolosluk yapmaya başladığı dönemden itibaren Abdülhamit’e karşı bir muhalefeti yoktur. Çökmek üzere olan bir imparatorluğu kurtarmak ve İngiliz düşmanlığını anlatmak, mücadelesinin temelini oluşturmuştur. Birçok İslamcı aydın gibi o da Osmanlı Devleti’ni, Batı’ya karşı son direnç noktası olarak görmüştür. Vatanseverce mücadelesini yılmadan ömrünün sonuna kadar sürdürmüştür.
Döneminin önde gelen entelektüellerinden olan Halil Hâlid, sadece sorunları tespit etmekle yetinmeyip çözüm önerileri de getiren nâdir yazarlardan birisidir. Günümüzde de İngiliz ve Fransız emperyalizmiyle ilgili tespitleri yeniden okunup değerlendirilebilecek niteliktedir.