Şimdi yükleniyor

Batı Klasik Müziğinde Doğu Etkisi

bati klasik muziginde dogu etkisi

Batı Klasik Müziğinde Doğu Etkisi

Yaşadığımız çağ, sanatımızı daima etkiler. Peki, bu etkilerin içine doğan, bu hayranlığın aurasında büyüyen ve yaşayan bir bestekârın bundan etkilenmeme imkânı var mı? Ortaya çıkan ve hepimize miras kalan klasik müzik eserleri bunun mümkün olmadığını bize açıkça gösteriyor. Zira Türk modası döneminde ortaya çıkan iki yüze yakın eser bunun kanıtı.

17. yüzyıl Avrupa…

Krallar, kraliçeler, soylular ve asilzâdeler; Osmanlı kıyafetleri giyinmiş, Türk usulü dekore ettirdikleri özel odalarda portelerini çiz­diriyorlar. Taçlar gitmiş; yerini tüller, örtüler ve süslü kavuklar almıştı. Yüzyıllardır var olan Türk tehlikesi ve buna bağlı olarak oluşan korku, Viyana Kuşatması’nın ardından yerini meraka, hayranlığa ve bilin­meyeni keşfedip yorumlamaya bırakmıştı. Belki de bu alaka­nın temelleri sanat aracılığıyla çok önceleri atılmıştı. Nitekim 1480’de Fatih Sultan Mehmet Han’ın portresini çizmek üzere İstanbul‘da bulunan Venedikli ressam Gentile Bellini o süre zarfında farklı çalışmalara imza atarak Avrupalıların Türk giyi­miyle ilgili merakını gidermiştir. Fransız coğrafyacı Nikolas de Nikolay’ın da uzun süre Osman­lı topraklarında bulunduktan sonra 1567’de kaleme aldığı Türk Topraklarında Geziler adlı eseri Avrupalı okurlarda Türk hayranlığının temellerini atmı­şa benziyor.

Yaşadığımız çağ, sanatımızı daima etkiler. Peki, bu etkilerin içine doğan, bu hayranlığın au­rasında büyüyen ve yaşayan bir bestekârın bundan etkilenme­me imkânı var mı? Ortaya çıkan ve hepimize miras kalan klasik müzik eserleri bunun mümkün olmadığını bize açıkça gösteri­yor. Zira Türk modası dönemin­de ortaya çıkan iki yüze yakın eser bunun kanıtı. Eserlere en büyük müzikal tesiri bırakan hiç şüphesiz mehter bandosuydu. Müzik heyetini her gittiği kuşat­mada yanında götüren bir ordu hangi milletin dikkatini çekmez ki?

Osmanlı sadece savaşta değil barışta da müzik heyetini ya­nında götürür, elçi değişimleri sırasında muazzam bir törenle şehir merkezinden geçerek Av­rupalıları kendine hayran bıra­kırdı. Mehter tutkusu Batı’da öyle bir safhaya geldi ki krallar kendi askerinden mehter ban­dosu kuruyordu.

Kulağa yeni gelen bu ritimler ve daha önce Batı müziğinde kullanılmayan nakkare, koş, üçgen, zil ve çevgen zil gibi vurmalı çalgılar devrin büyük bestekârlarına önemli ilham kaynağı olmuştur.

Mesela hepimizin bildiği Avus­turyalı Wolfgang Amadeus Mo­zart’ın “Rondo Alla Turca” –na­mıdiğer “Türk Marşı”nda Batılı müzikler gibi 4/4’lük ölçüyle değil de mehter marşları gibi 6/8’lik ölçüyle bestelenmiştir. Eserde sol elin mehterdeki da­vulu, sağ elin ise zil sesini yan­sıttığı düşünülür.

Mozart’ın en ünlü operaların­dan Die Entführung aus dem Serail – “Saraydan Kız Kaçırma” ise gerek dekoruyla ve kostüm­leriyle gerek müzikal kurgusuy­la tam bir Türk eseridir.

Ayrıca Michael Haydn’nin Mar­cia Turchese – “Türk Marşı” yoğun Türk motifleriyle dinlen­meye değer keyifli bir eserdir.

Tabii, tüm eserler Türk hayran­lığından ortaya çıkmış değil. Diplomatik sorunlardan doğan ve Türklerden öç alma arzu­suyla vücuda gelen eserler de mevcut. Bunlardan biri kendini “Güneş Kral” olarak tanımlayan Fransız Kralı XIV. Luis‘in Osman­lı elçisi Süleyman Ağa ile arala­rında geçen görüşmeden sonra ortaya çıkan Kibarlık Budalası isimli oyundur.

Gösteriş ve şatafat takıntısıyla tanınan Kral XIV. Luis bir Os­manlı elçisinin Versailles Sara­yı’na geleceğini duyduğunda görkemli hazırlıklar başlatır. Kralın tahtı yenilenir, sarayın perdeleri, kristal ve altın dekor­ları en ince ayrıntısına kadar yeniden dizayn edilir. Kral dâhil tüm saray halkı süslü Osmanlı kıyafetleri giyip elçi Süleyman Ağa’yı bekler. XIV. Luis mücev­herlerle süslü elbisesiyle elçiyi ayakta karşılar fakat aynı ilgi ve alakayı çok sade bir kaftan­la karşısına çıkan Süleyman Ağa’dan göremez. Bu şatafata anlam veremeyen elçi, padişa­hın cuma selamlığında bindiği atın eyerinin çok daha süslü olduğunu söyler.

Methiyeler ve iltifatlar bekleyen Kral Luis bu söz üzerine öfke­lenerek görüşmeyi sona erdirir ve Fransız komedi yazarı Mo­lière’ye bir oyun kurgulaması için talimat verir. Bir yıl sonra 1670‘te ilk defa XIV. Luis’in karşısında sahnelenen Kibarlık Budalası müzikali, İtalyan asıllı besteci Jean Baptiste Lully’in oyun için bestelediği Marche pour la cérémonie des Turcs – “Türk Seremoni Marşı” ile taçlanır.

Klasik Batı müziği sadece Türk motiflerini değil, Doğu ve İs­lam medeniyetini de tematize etmiştir. Alman besteci Ludwig van Beethoven’ın Die Ruinen von Athen- “Atina Harabeleri” adlı oyun için bestelediği Chor der Derwische – “Dervişler Korusu” senfonisinin sözleri Hazreti Muhammed Aleyhisse­lam’ın ayı ikiye bölme mucize­sinden bahsediyor. Çok severek dinlediğim senfoni, semazen törenlerinden alışılmış sakinli­ğin aksine Beethoven’ın kendi yorumunu kattığı yoğun zil sesi ve temposuyla, zihnimde hızla dönen tennurelerin kanat çırp­malarını canlandırıyor.

Ünlü Alman operacı Chritoph Willibald Gluck’un de yazdığı Les pèlerins de la Mecque – “Mekke Hacıları” adındaki eser, Batı müziğinde sık sık İslami terim ve temaların kullanıldığı­nı gösteriyor.

Sanatkârlara bir başka ilham kaynağı da Osmanlı şahsiyetleri olur. Batılı müzisyenler senfoni­lerine verdikleri sultan ve pa­dişah isimleriyle eserin ortaya çıkmasında etkili olan kaynağı belirtmek isterler. Kanuni Sul­tan Süleyman’dan etkilenip ortaya çıkarılan pek çok Soli­mano operası gibi. Bu eserler­den en çok beğeni toplayan hiç şüphesiz Johann Adolph Hasse tarafından 1753’te Dresden’de sahnelenen eserdir.

Meşhur Alman besteci Joseph Haydn, La Roxelane adlı sen­fonisinin her notasına, zekâsı ve cesareti ile bilinen Hürrem Sultan’nın hareketli hayatını kusursuzca yansıtabilmiş.

Özellikle Sultan Beyazıt’ın acı sonunu düşünerek sanatını icra eden İtalyan besteci Antonio Vivaldi’nin Bajazet – “Beyazıt” adlı senfonisinin ikinci bölümü (andante molto), esir düşen Sultanın dramını armonik tını­larıyla mükemmel ifade etmiş.

Şark’ın ritimlerini, enstrüman­larını ve şahsiyetlerini beste­lerinde kullanan klasik müzik dehaları, Şark edebiyatını görmezden gelemezdi elbette. Nitekim, Farsçanın en büyük şairlerinden Hafız Şirâzî ismiyle bilinen Şemseddin Muham­med’in şiirlerinin klasik Batı müziğinde kullanıldığını görü­yoruz.

Batı toplumunun Hafız’a gös­terdiği ilginin kökeni hiç şüp­hesiz Goethe’ye dayanmakta. Kendisinden dört asır önce yazılan şiirlerin oldukça etkisin­de kalan Goethe, Hafız’a olan hayranlığını ona “ruh ikizim” diyerek ifade ediyor.

Hafız ve eserleriyle kurduğu bağ o kadar kuvvetlidir ki Goet­he ruh ikizinin görkemli eserine layık olabilmek adına Batı-Do­ğu Divanı’nı kaleme almıştır. Avrupa’nın en büyük şairinin Doğu’ya hayranlıkla bakması, muhakkak Batılıları etkisi altına almıştır.

Nitekim Hafız Şirâzî’nin şiir­leri Frédéric Louis Ritter, Emil Mattiese, Theodor Streicher, Richard Strauss gibi birçok Av­rupalı opera bestekârına ilham kaynağı olup nice şarkılar bes­teletmiştir.

Polonya asıllı Max Kowalski’nin 8 Lieder auf Gedichte von Hafız, Op. 27 adlı eserinde, Hafız’ın sekiz şiiri için bestelediği ez­gilerin, şiirin sözleriyle uyumu dikkat çekiyor. Özellikle “Bülbül singt im Rosengarten” diye tercüme edilen şiirin notaları sizi alıp gül bahçesinde huzurla şakıyan bir bülbülün kanatları­na bırakıyor.

Müzik birçok kültürü içinde barındıran evrensel bir lisandır. Din, dil, ırk fark etmeksizin her insanın ruhunda ayrı bir zerre­ye dokunur, onu farklı âlemlere götürür. İster tekke müziği, ilahi, türkü gibi tek sesli müzik olsun ister Batı’ya özgü çok ses­li müzik… İnsanoğlunun ezgileri ve kelimeleri birbirine hemhâl olur. Hafız Şirâzî’nin de ifade ettiği gibi “Âdemoğulları aynı vücudun uzuvlarıdır, zira aynı cevherden yaratılmışlardır…”

Kaynak:YTB