Şimdi yükleniyor

Osmanlı Dönemi Filistin Coğrafyası

osmanli donemi filistin Kapak 2024

Osmanlı Dönemi Filistin Coğrafyası

17. yüzyılın ilk yarısında Kâtib Çelebi’nin Kitâb-ı Cihannümâ adlı eserinde iki Filistin haritası bulunmaktadır. Birinci harita Akdeniz’e ait olup, Şam Eyâleti’ni ve Filistin’i de “Arz-ı Filistin” olarak göstermektedir. Muhtemelen bu Osmanlı haritalarındaki ilk Filistin ibaresidir. İkinci harita ise “İklim-i Ceziretu’l-Arab” olarak çizilen haritadır. Bu çizimde Filistin daha açık bir şekilde gösterilmektedir.

Antik çağlarda “Filistin”, Yafa ile Gazze arasında kalan sahil kesimi için kullanılan bir isimdir. Ancak eski Yunanlılar bu ismi ülkenin iç kesimleri için de kullanmaya başlayınca Filistin kelimesi sahil ile Beriyyetu’ş-Şam’a (Arap Sahrası) kadar olan her iki bölgeye de ad olmuştur. Tabii olarak Filistin ismi Yunanlılardan Roma ve Bizanslılara intikal etmiştir. Aynı kullanım Müslümanlara da intikal etmiştir ki, Halife Hz. Ömer b. Hattab, İliya ve Lid ahalisi ile yaptığı iki anlaşmada ülkenin orta kısmı için de “Filistin” kelimesine yer vermiştir. Daha sonra Müslüman devletler bu kelimeyi idari bir terim olarak –20. yüzyılda oluşan manda yönetimindeki Filistin’in güney bölgesi ile Ürdün’ün bir kısmı için kullanmışlardır.

Tarih boyunca bu coğrafî kavramın sınırları genişleyip daralmış ve hiçbir zaman üzerinde tam bir ittifak sağlanamamıştır. Ancak her halükarda “Filistin” kelimesi batıda Akdeniz; doğuda Ürdün Nehri ve Ölü Deniz arasında kalan bölge için kullanılagelen genel ad olmuştur. Bu anlatım ve tanımlama Filistin tarihinin önemli bir bölümünü kapsayan Osmanlı asırlarında da aynen korunmuştur. Bu durumu Osmanlı eserlerinden ve seyahatnamelerinden anlamak mümkündür. 17. yüzyılın ilk yarısında Kâtib Çelebi’nin Kitâb-ı Cihannümâ adlı eserinde iki Filistin haritası bulunmaktadır. Birinci harita Akdeniz’e ait olup, Şam Eyâleti’ni ve Filistin’i de “Arz-ı Filistin” olarak göstermektedir. Muhtemelen bu Osmanlı haritalarındaki ilk Filistin ibaresidir. İkinci harita ise “İklim-i Ceziretu’l-Arab” olarak çizilen haritadır. Bu çizimde Filistin daha açık bir şekilde gösterilmektedir. Haritalara eşlik eden açıklamalarda ise Filistin’in sınırları Güneybatı’da Gazze ve Kudüs livalarından Akdeniz ile Arîş arasında Sina Çölü’ne dayanmaktadır. Güneydoğuda ise Ölüdeniz ve Ürdün Nehri bulunmaktadır. Sınır kuzeyde Ürdün Nehri’nden Kaysariye’ye uzanır. 18. yüzyılda kendisi de bu coğrafyadan olan Abdulgani Nablusî Filistin’i şöyle tanımlamaktadır: “Filistin, boylamasına Refah’tan Leccun’a; enlemesine ise Yafa’dan Eriha’ya kadar olan bölgede yer almaktadır.”

19. yüzyılın başında çizilen bir Osmanlı-Filistin haritasında ise Filistin sınırları Berr-i Şam ile birlikte çizilmiş olup, Osmanlı Asyasını Osmanlı Afrikasından ayıran bölge olarak gösterilmiştir. Osmanlı dönemi idari yapısı, Filistin kavramının sınırlarını belirgin bir şekilde göstermeye imkân tanımamıştır. Zira bu toprak parçası Osmanlı asırlarında Suriye’nin tabii bir parçası idi. Burayı Suriye’den ayıracak bir hudut bulunmadığı gibi, bunu sağlayacak hiçbir çevresel, ırkî ve tarihi engel de bulunmamaktaydı. Bu yüzden, –Kudüs’ün doğrudan İstanbul’a bağlandığı mutasarrıflık yılları hariç- Filistin daima idari olarak Biladüşşam vilâyetlerinin bir parçası olagelmiştir. Osmanlı literatürü de buna uygun gelişmiştir.

I. Dünya Savaşı’ndan önce basılmış herhangi bir tarih ya da coğrafya eserine bakıldığında Filistin’in Suriye’nin bir parçası olduğu görülür. 1831 yılında Osmanlılar, Mehmed Ali Paşa Hanedanlığı’nın tamahkârlığının oluşturduğu tehlike karşısında Kudüs, Akka ve Nablus sancaklarını Akka Vilâyeti altında birleştirmiştir. Mehmed Ali Paşa’nın kısa dönem Suriye idaresi, Avrupa müdahalelerine sebep olmuştur. Tabii olarak Osmanlı Devleti de bu siyaset karşısında yeni pozisyonlar almıştır. Mehmed Ali Paşa’nın Suriye’yi idaresi altında bulundurduğu dönemde yeni idari yaklaşımlar ortaya çıkmış oldu ve böylece Filistin coğrafyası Osmanlılar nazarında artık daha belirgin bir hâle geldi. Nitekim merkez taşra anlaşmazlığının devam ettiği süreçte Sultan Abdülmecid, Mehmed Ali Paşa’ya bir takım teklifler sunarak anlaşma yoluna gitmek istemişti. Bu tekliflerde Mehmed Ali Paşa’ya hayat boyu Akka’nın ve Güney Suriye’nin idaresinin verilmesi yer alıyordu. Sultan Abdülmecid’in Mehmed Ali Paşa’ya idaresini teklif ettiği bölgenin sınırları; Re’s Nafûra’dan Akdeniz sahillerine, ayrıca kuzeyde en uç noktadaki Sisban Nehri’nin Taberiye Gölü’ne dökülen yere kadar uzandığı gibi, gölün batı kıyılarından geçerek Ürdün Nehri’nin tarafı ile Ölüdeniz’in batısını da içermekteydi. Buradan düz bir hat ile Kızıldeniz’e uzanacak ve Akabe Körfezi’nin kuzeyi ile buluşacaktı. Bu uzanan hat, Akabe Körfezi’nin batısından ve Süveyş Körfezi’nin doğusundan geçerek Süveyş şehrine ulaşacaktı. Ancak Mehmed Ali Paşa, sultanın şartlarını süresi içinde kabul etmeyince bu teklifteki bütünlük hayata geçmemiştir.

1872 yılında Osmanlı Devleti yukarıdaki teklifin sınırlarını kendisi uygulama yoluna giderek, Biladüşşam’dan bağımsız bir vilâyet oluşturdu. Düşünülen bu yeni vilâyet Akka, Nablus ve Kudüs’ü ihtiva ediyordu. Bu vilâyetin kuzey sınırı Akka’yı Beyrut’tan ayıran hata kadar uzanmakta, Yahudi ve Hıristiyanların da bütün kutsal mekânlarını içine almaktaydı. (Safed, Taberiye, Nasıra, Kudüs, Beytüllahim ve Halilürrahman gibi). Ancak Osmanlı hükûmeti kısa zamanda bu bölgelerin aynı vilâyet içinde bir arada tutulmasının mahsurlarını fark ederek bu vilâyeti ilga etmişti. Nitekim aynı yıl yeni bir gelişme oldu. Suriye vilâyeti üzerinden İstanbul’a bağlı olan Kudüs Mutasarrıflığı, idari bakımdan doğrudan İstanbul’a bağlandı. Bu konuyu değerlendiren Shultz, bu yeni uygulamanın bütün kutsal mekânların bir vilâyette toplanmasına muhalif olan Avrupalı devletlerin baskılarına karşı bir orta yol olarak bulunduğu iddiasını ileri sürmektedir. Butrus Abu Mennah ise bu gelişmeyi Mehmed Ali Paşa Hanedanlığı’nın tamahkârlık yaparak bölgeyi yeniden idarelerine alma ihtimaline karşı bir tedbir olarak değerlendirmektedir. Bu yeni idari tasarrufun, dönemin Suriye Valisi Abdüllatif Suphi Paşa’nın hükûmete sunduğu rapordan sonra gelmesi anlamlıdır. O, Şam ve Beyrut’ta meydana gelen kanlı olaylarda ve akabindeki gelişmelerde Avrupalıların rollerini görmüş, gezip dolaştığı bu coğrafyada ecnebi faaliyetlerinin geleceği hakkında fikir sahibi olarak hükûmeti uyarmıştır. Muhtemelen bu yüzden de devlet bu hassas bölgeleri korumak ve Avrupalıların müdahalelerini önlemek için yeni düzenlemelere gitti. Amaç ne olursa olsun bundan sonra Kudüs orta ve güney bölgelerin merkezi olmuş ve Gazze ile Yafa kazaları sürekli olarak buraya bağlanmıştır.

 Bazen Nablus Kazası; 1906- 1909 yılları arasında ise Akka Sancağı’na bağlı olan Nâsıra Kazası da Küdüs’e bağlanmıştır. Kuşkusuz bu durum bölgenin çevresinden bağımsız bir idari bölge olma vasfını güçlendirmiştir. Öyle anlaşılıyor ki, bu idari düzenlemeler sayesinde Filistin tanımı, Osmanlı kitaplarında daha net bir şekilde tanımlanmıştır. Nitekim 19. yüzyılın sonlarında neşredilen Kamus’ul-A‘lâm da Filistin’in sınırları şöyle verilmektedir: “Kuzey sınırı Akka ve Taberiye sınırları olup güneyden Arîş Kalesi’ne kadar uzanır. Doğuda Beriyyetu’ş-Şam (Arap sahrası), batıda ise Akdeniz ile sınırlı olup, yüzölçümü 30 bin km2 dir. Filistin aynı zamanda Kudüs Mutasarrıflığı ile Beyrut Vilâyeti’ne bağlı Akka ve Nablus sancaklarıyla Şam Vilâyeti’nden Havran’ı da içine almaktadır.” Osmanlı yönetiminin Herzl’in Akka ve Hayfa’da Yahudilere yurt verilmesi talebini reddetmesi, Osmanlı Devleti’nin zihninde de Filistin’in bu sancakları ihtiva ettiğine işaret etmektedir. Aslında bu anlayışın 1915 yılında Osmanlı 8. Ordusu tarafından yayımlanan haritada daha net bir şekil aldığı anlaşılmaktadır. Burada Filistin; Kudüs, Nablus ve Akka’yı içine alan bir coğrafi bölge olarak gösterilmekte ve bu haritadaki kuzey sınırları Sur şehri ile Kazimiye (Litanî) nehrine kadar uzanmaktadır. Bu harita ile genişleyen sınırlar, Beyrut bölgesinden de önemli bir kısmı Filistin sınırlarına dâhil etmektedir. Muhtemelen bu haritanın çiziminde Kamus’l-A‘lâm’daki bilgiler etkili olmuştur. Ayrıca Alman coğrafyacılarının tesiri ile olsa gerek I. Dünya Savaşı yıllarında yayımlanan Filistin Risalesi de Avrupalıların kutsal mekânlarının sınırları ile uyum gösterecek bir şekilde basılmıştır. Anlaşılan zaman içinde, Osmanlıların zihninde bir “Filistin Coğrafyası” gelişerek şekillenmiştir. Fakat bu oluşumun coğrafi sınırları hayata geçirilmemiştir. Görüldüğü üzere, bütün bu gelişmeler, esasında Avrupalıların Osmanlı Devleti’ne doğrudan yönelttikleri müdahaleler ve bu toprakları Osmanlı Devleti’nden koparma fikirlerine karşı koymak üzere meydana gelmiştir. Diğer taraftan, -Osmanlı sonrasında- manda dönemi Filistin sınırları, genel olarak Osmanlı Devleti’nin son zamanlarındaki Filistin coğrafi tanımıyla örtüşse de ayrıntılarda aynı uyumu göstermemektedir. Bu metnin de kaynağı olan kitabın amacı bugünkü Filistin sınırları içinde olsun veya olmasın, Osmanlıların zihninde olan Filistin’i ortaya koymaktır. Bu amaçla iki yöntem takip edilmiştir. Önce Filistin coğrafyasının Osmanlı idaresine girdiği ilk yıllarda tutulan (16. yüzyıl) tahrir defterleri incelenerek sancak, kaza, nahiye vb. yer isimleri tespit edilmiştir. Ardından 19. yüzyıl kaynaklarına başvurulmuştur. Bunlar arasında özellikle Suriye’deki Osmanlı idari taksimatını gösteren 1872 yılına ait Suriye Salnâmesindeki idari birimler çıkartılmıştır. Böylece okuyucuya 16-19. yüzyıllar arasında bir mukayese imkânı sunulmuştur. Akabinde Osmanlı belgelerine ve muhtelif haritalara müracaat edilerek, yukarıdaki kayıtlar teyit edilmiş ve farklılıklar da ortaya konmuştur. Yeni bulunan kaynaklardan tespit edilen yerleşim birimleri ise tablolar hâlinde gösterilmiştir. Eserin[1] atlas kısmında, Osmanlıların bölgeye hâkimiyet yıllarından başlayarak 1917 yılına kadar çizilmiş muhtelif haritalar yer almaktadır. Bu haritaların birincisi ve sonuncusu Osmanlı haritaları olmakla birlikte, tamamı Osmanlılar tarafından çizilmemiştir. Ancak hepsinin ortak özelliği Osmanlı dönemi Filistin coğrafyasını gösteriyor olmalarıdır. Bu çalışmanın hedefi bir sınır tahdidi değildir. Sadece konuyu merak edenlere ve tarih araştırmacılarına rehberlik ederek bu konuda yapılacak yeni çalışmalara katkı sağlamaktır.

Kaynak: Osmanlı Filistini Yer İsimleri Sözlüğü Kılavuzu ve Atlası


[1] Osmanlı Filistini Yer İsimleri Sözlüğü Kılavuzu ve Atlası

Kaynak: YTB